Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

15 Ağustos 2007

Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi


Ömer Madra ile yaptığım söyleşilerden oluşan "Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi" başlıklı kitap Ağustos 2007'de Agora Kitaplığı'ndan çıktı. Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor:

"Küresel iklim krizi, yeryüzünün yüz yüze olduğu en önemli sorun. Çünkü, diğer bütün sorunlardan farklı olarak, doğrudan varoluşa ilişkin bir kriz. İnsan türünün şimdiki haliyle ortalıkta dolaşmaya başladığı günden beri -yani, yaklaşık yüz bin yıldır- baş etmek zorunda kaldığı en büyük felaket. Hâlâ zamanımız var mı? Hâlâ dünyayı üzerinde hayat olmayan bir gezegen haline getirmeye ant içmiş görünen insan türünün bir an durup, elindeki ve aklındaki gücü gezegeni yok etmeye değil, hayatı sürdürmek için yapması gerekenlere vakfedeceği kadar bir zaman var mı? Açık Radyo yayın yönetmeni ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan, iklim değişikliği konusunda on yılı aşkın bir süredir Türkiye'de yürütülen en yoğun bilgilendirme, haberdar etme ve uyarma kampanyasını sürdüren Ömer Madra, bu kitapta bütün karmaşık içerimleriyle küresel ısınmayla ilgili olarak neleri anlamamız gerektiğini ve nasıl olup da bir türlü anlayamadığımızı anlatmaya çalışıyor. İklim değişikliği, ekoloji ve yeşil düşünce konularında uzun yıllardır çalışan "Üç Ekoloji" dergisi editörü Ümit Şahin'in, Ömer Madra'yla yaptığı uzun söyleşilerin ürünü olan bu kitap, her şeye rağmen bir umut barındırıyor. Ancak bilerek, inkâr etmekten vazgeçerek ve iklim değişikliğine çözüm bulmayı hedefleyen toplumsal mücadeleyi yükselterek bu umudu taşıyabiliriz..."

Kitabı İdeefixe'den satın alabilirsiniz...

Kitaba yazdığım sunuşu da aşağıda okuyabilirsiniz:

SUNUŞ
Ümit Şahin, Ağustos 2007
Bugünlerde herkes iklim değişikliğinden söz ediyor. Ömer Madra ise on yılı aşkın süredir...
Ömer Madra, Açık Radyo’da her sabah Açık Gazete programını sunarken, küresel ısınmayla ilgili gelen her yeni haberi usanmadan okuyor, yorumluyor, uzmanlarla konuşuyor. Hatta son zamanlarda küresel ısınmanın iyice çığrından çıkması ve yeni kanıtların, araştırmaların, iklim değişikliğine bağlı âfetlerin, konferansların ve protestoların çığ gibi artması nedeniyle, her programında iklim değişikliğine ayrı bir bölüm ayırmak zorunda kalıyor. Ömer Madra, küresel ısınmayla ilgili yazılan her yeni kitabı okumaya, her yeni gelişmeye yetişmeye çalışıyor; her çağrıldığı yerde konuşuyor, üniversitede iklim değişikliği dersleri açıyor, yazılar yazıyor, röportajlar veriyor, kitlesel gösterilerin, imza kampanyalarının düzenlemesine destek oluyor, mitinglerde konuşuyor ve kendisine “iklim dede” diyenlere, kafasını fazlasıyla küresel ısınmayla bozmuş olduğunu, biraz da garipseyerek düşünenlere, gülümsüyor.
Bu nedenle Türkiye’de küresel ısınma ve iklim krizine bilimsel kanıtlarından politikalarına ve toplumsal mücadelelerle olan ilişkisine kadar bir bütün olarak bakmaya çalışan bir kitap için ilk akla gelen isim Ömer Madra. Bu kitabı oluşturan konuşmaları, Mayıs 2006 ile Temmuz 2007 tarihleri arasında gerçekleştirdik. Ömer Madra ile 12 kez görüşerek toplam 26 saatlik kayıt yaptık. Yazışma yoluyla eklediğimiz bazı kısımlar da olmakla birlikte, kitabın büyük kısmı bant kayıtlarının çözülmesinden ve düzenlenmesinden oluşmuştur.
Görüşmelerin başında Ömer Madra’nın iklim değişikliğinin dünyanın önündeki en önemli sorun olduğu, bununla bir tek nükleer felaket tehdidinin kıyaslanabileceği düşüncesi bize yol gösterdi. Bitirirken ise insan türünün kendisiyle birlikte yaşadığı gezegeni de yok oluşa sürüklediği tespitini yapmak zorunda kaldık. Yine de umut olmasa, kitap da yazılmaz şüphesiz. O nedenle kitabın bütününde bu tespitlerin kanıtlarının yanısıra iklim değişikliği krizinden çıkış yollarını da tartıştık.
Son zamanlarda iklim değişikliğinin yarattığı sonuçlar ve bunların çözüm yolları hakkında küresel ısınmanın bilimsel kanıtlarından ve sebeplerine ilişkin ayrıntılardan daha fazla söz edilmeye başlandı. Ama iklim değişikliğinin neden olduğu sorunların ekolojik krizle olan karşılıklı ilişkisi ve birbirlerini nasıl besledikleri yeterince görülmüyor. İklim krizinin insanın doğadan tamamen kopmasıyla, doğayı sömüren ve bıçak sırtındaki ekolojik dengeyi bozan bir modern dünya yaratmış olmasıyla olan ilişkisi de yok sayılıyor. Çözümün yaşam biçimimizin, çağdaş sanayi uygarlığı denen bütün bir sistemin ve buna hâkim olan ilişki biçimlerinin değişmesiyle olan ilgisi hâlâ satır aralarında kalıyor. Bireysel önlemlerin, küçük vicdan muhasebelerinin ve “çevreye karşı duyarlı olmanın” yeteceğine Faustiyen bir iyimserlikle inanılıyor. Birilerinin mucizevi teknolojiler geliştirerek insanlığı kurtaracağı umuluyor. Daha da kötüsü, çoğu zaman alışıldık politik analiz biçimleri derinlikten yoksun klişeler halinde iklim değişikliği sorununa uyarlanmaya çalışılıyor. Sorunu anlamanın temelini oluşturan ekolojik perspektif göz ardı edilerek, iklim krizinin diğer politik sorunlarla iç içe olduğu gözden kaçırılıyor.
Bu nedenle konuşmalarımız boyunca başta inkâr psikolojisi olmak üzere, konunun sosyal, politik ve psikolojik içerimlerini de analiz etmeyi sağlayacak sorular yöneltmeye çalıştım. Böylece iklim değişikliğine karşı radikal önlemler almak için niçin daha fazla beklemeye tahammülümüz olmadığı sorusu kadar, neden her şeyi bu kadar iyi bildiğimiz halde önlem almamakta direndiğimiz sorusuna da cevap aradık. Suçluyu tespit etmek ve iklim krizinin sömürüyle, savaşlarla, silahlanmayla, dünyayı güneşin değil, kâr tutkusunun çevresinde döndürmeye çalışan çok uluslu şirketlerle, küresel adaletsizlikle ve dünyanın içine sıkıştığı politik ve insani darboğazla ilişkisini anlamak son derece önemliydi. İklim değişikliğinin doğurduğu insanlık dramını, insanların yaşadığı yerle, kendisini besleyen toprakla, içtiği suyla, tarihi, kültürü ve gelenekleriyle kurduğu ilişkiyi ortadan kaldıran bir temel haklar meselesi olarak tanımlamak da hayati önem taşıyordu.
Konuşmalar boyunca ardı ardına gelen kanıtlar, küresel ısınmanın iyice su yüzüne çıkan belirtileri ve geleceğe yönelik karamsar tahminler okuyanda bir boğuntu, bir kapana kısılmışlık duygusu uyandırabilir. Bu duygudan kaçmak ne yazık ki kolay değil. Kitabı yayına hazırlarken İngiltere’de 1 milyon kişiyi evsiz bırakan tarihin en büyük selleri yaşanıyor, Çin’de 16 milyon kişiyi etkileyen muson yağmurları hayatı felç ediyor, sıcak dalgaları can almaya, orman yangınları can yakmaya devam ediyor, Türkiye’nin her yerinden kuruyan akarsuların, başlayan su kesintilerinin haberleri geliyordu. İklim değişikliği öylesine acil bir durum yarattı, gelişmeler öyle hızlandı ki, yetişmek çok zor. Ama durmak, beklemek ve sızlanmak gibi bir lüksümüz yok.
Bu kitapta bulacağınız bütün bilgilerin saygın bilim insanları, enstitüler ve bilimsel dergiler tarafından yayınlanmış, ya da kılı kırk yaran araştırmacıların ve gazetecilerin derlediği rapor ve kitaplardan süzülmüş olduğunu göreceksiniz. Her gün yenileri gelen raporları izlemeye ve çözüme yönelik mekanizmalar yaratmaya devam etmek gerekiyor. Öte yandan son aylarda iklim değişikliğine karşı toplumsal muhalefet yükseliyor, insanlar oyalamalara eskisi kadar itibar etmiyor. “Türkiye Kyoto’yu İmzala!” imza kampanyasında 170 bine yakın imza toplanması, 28 Nisan günü yapılan “Başka Bir Enerji Mümkün” mitingine binlerce insanın katılması, karamsarlığa izin vermiyor.
Yıllardır yeşil hareket içinde yer aldığım ve kendimi ekolojist olarak gördüğüm için hem iklim değişikliği, hem de bunun çözümsüz hale getirdiği ekolojik krizin nedenleri ve politik çözüm yolları hakkında oldukça net fikir ve yargılara sahiptim. Bu kitabın bir yılı aşkın bir süre devam eden hazırlıkları içinde, konuşmalarımız ve okumalarımız boyunca Ömer Madra’nın eksilmeyen araştırma ve yeni şeyler öğrenme çabası, kılı kırk yarması, tek bir insanın bile duyarlı kılınması ve eyleme çağrılmasının ne kadar hayati olduğuna dair inancı ve her türlü karamsarlık yaratan gelişmeye rağmen mücadele kararlılığı benim için de ciddi bir öğrenme süreci, bir tür okul oldu. Kendi düşüncelerimi, hazır reçetelerimi ve klişelerimi sorgulamamı sağladı. Umarım okuyanlar için de öyle olur.
Yeryüzünde yaşayan her canlının çıkarlarının ortak ve birbirine bağlı olduğunu öğreten toprak etiği ve üzerinde yaşadığımız gezegeni bir bütün olarak hareket eden bir canlı organizma olarak gören Gaia düşüncesi bize çok önemli bir yol gösteriyor: Yeryüzüne ne yaparsanız, sonuçları gelip sizi bulur. İnsanın pek çok şeye gücü yetebilir, ama yeryüzünde yaşamı olası kılan kuralları değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Milyarlarca yıldır devam eden yaşam döngüsü, dilerseniz Gaia, insan türünün yarattığı, son birkaç yüzyıldır iyice ağırlaşan yükü artık taşıyamıyor. Artık sadece doğaya ve bizden sonraki kuşaklara karşı sorumluluğumuz nedeniyle değil, yaşam var kalabilsin ve gelecek kuşaklar olabilsin diye de çok kritik bir karar vermek zorundayız.
Artık böyle gelmiş, böyle gider diyemeyiz. Sonuna kadar gitmek, doğayı yenilgiye uğratmaya çalışmak akıllıca bir tercih değil. Bundan böyle geri adım atmaktan başka bir çaremiz olmayabilir.

Hiç yorum yok: