Bu yazı 10 Kasım 2008'de Açık Radyo web sitesinde yayınlanmıştır.
Soldan bakıldığında bütün ABD başkanları aynı görünebilir, ama karşıdan verdikleri resimde yeni seçilen ABD Başkanı Barrack Obama, bambaşka bir ışık saçıyor.
Bütün dünya sekiz yıllık George W. Bush kabusundan uyanmanın etkisiyle bir tür yarı baygın durumda olabilir gerçi, bu nedenle önümüzdeki yıllarda başımıza gelecek bambaşka felaketleri farkedemiyor olabiliriz. Ama her konuşmasının başında gezegenin karşı karşıya olduğu büyük tehlikeden bahseden, Evangelist falan olmayan, neokonların nefret ettiği, İran’la barışın yolunun petrole olan bağımlılığı azaltmaktan geçtiğini söyleyen, seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada geylerden, sakatlardan, siyahlardan, yani ezilenlerden bahseden, üstelik genç, sevimli, samimi tavırlı siyah bir adamı Bush gibi bir yaratıkla veya McCain gibi ürkütücü bir Vietnam savaşçısıyla aynı kefeye koymak, içimin alacağı bir şey değil.
Bu satırları okuyup bana hemen bunun Amerikan sermayesinin iç mücadelesinin bir sonucu olduğunu, ABD’yi Pentagon’un ve şirketlerin yönettiğini, Obama’nın sadece bir yüz değişiminden ve kandırmacadan ibaret olduğunu, zaten Obama’nın Afganistan’daki savaşı Pakistan’a yaymaya niyetli olduğunu öğretmek isteyecek kimi arkadaşlarıma da daha en baştan teşekkür ediyorum. Ben bu yazıda biraz farklı bir umut ihtimallinden bahsetmek niyetindeyim çünkü.
Obama’nın söylediği somut sözlerden aklımda kalan üç tanesini önemsiyorum. Çünkü bunlar ideallerden çok, yapmayı düşündüğü şeylerin somut ifadesinden oluşuyor: 1- Guantanamo’yu kapatmak, İran ve Suriye ile açık diplomatik görüşmelere başlamak 2- Dünya çapında nükleer silahsızlanma için net bir hedef belirlemek 3- İklim değişikliğine karşı sera gazı emisyonlarını 2050’de %80 azaltma hedefiyle, yani Kyoto’yu aşan bir şekilde harekete geçmek ve bu çerçevede yenilenebilir enerji için önümüzdeki on yılda 150 milyar dolar yatırım yapmak.
Bu hedeflerden ilk ikisinin verdiği umudu bir yana not etmek gerek. Çünkü dünyayı sürüklendiği şiddet ve savaş sarmalından ve ağırlaşan insan hakları ihlallerinden bir adım olsun geri çekebilir.
Sonuncu hedef ise, hedefe ulaşmak için atılacak adımların geri dönüşsüz sonuçlar vereceği bir netlik taşıyor.
ABD gibi bir ülkenin sera gazları indiriminde böyle yüksek bir hedefe ulaşmak için atacağı ilk birkaç adım bile, enerji ve sanayi altyapısında ciddi bir değişim anlamına gelecektir. Unutmamak gerekir ki, ABD dünyanın en fazla enerji üreten, en fazla enerji tüketen, bütün petrol kaynaklarını kontrol altında tutmaya çalışan, kendi toprakları bile kömür madenleri ve petrol kuyularıyla dolu, elektrik enerjisinin yarısını kömür santrallarından sağlayan, ulaşımda tümüyle otomobile ve uçağa bağımlı, hem toplamda, hem de kişi başına en fazla karbondioksit üreten ülkesi. Son 35 yılda bu tablonun hiç durmadan ağırlaştığı, otomobillerin benzini daha verimli kullanmasını sağlayacak yasaların bile otomotiv endüstrisinin baskısıyla kongreden geçirilemediği bir ülke burası. Ortaya çıkan altyapı, iklim açısından bakıldığında, küresel ısınmanın önümüzdeki yıllarda en az iki katına çıkmasını garanti altına alacak kadar fosil yakıtlara bağımlı durumda.
ABD’nin sera gazı emisyonlarını 40 yılda beşte birine düşürmesini sağlayacak bir plan, bütün bir enerji altyapısını yavaş bir hızla bile olsa fosil yakıtlardan uzaklaşmaya ve enerjinin büyük bir savurganlıkla tüketilmesinden vazgeçmeye zorlayacaktır. Bu durum ABD’nin bugünden yarına tamamen değişeceği, petrol kaynaklarını kontrol etmek için savaşlara girişmeyeceği, biyoyakıtlar gibi sorunu daha da ağırlaştıran yanlış uygulamaların hiç yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Dahası alınacak tüm önlemler ve atılacak adımlar sorunun temel kaynağı olan endüstriyalizmden ve tüketim toplumundan kopmayan, “kapitalizm içi” adımlar olacak. Ve bence bu son derece değerli.
Çünkü ABD gerçekten bu iklim değişikliği hedeflerine yönelmeye başlarsa, olası iki Obama iktidarı dönemi sonunda ABD’nin manzarasında rüzgar çiftlikleri, güneş tarlaları, yollarda giderek artan küçük elektrikli arabalar ve tüm boyutlarda küçülme hakim olmaya başlayabilir. Dahası 4X4’lerin moda olmaktan çıkması, uçak bileti fiyatlarının artması, yeni kömürlü santralların ve petrol ve kömür çıkartmaya yönelik yeni yatırımların azalması söz konusu olabilir. Hamburgerinden caz müziğine kadar küresel bir yaşam biçimi modeli olan ABD’nin yapacağı bu küçük değişiklikler, iklim değişikliği mücadelesinde karşı karşıya kaldığımız inanılmaz direncin kırılmasına son derece önemli katkı sağlayacaktır.
Atılması muhtemel bu adımların, yani enerji ve ulaşım politikalarına verilecek yeni yönün ve yaşam biçimi değişikliklerinin tek başına küresel ısınmayı durdurabileceğini düşünmüyorum. Bir yandan buzulların erimesi, aşırı hava olayları, kuraklık ve susuzluk şiddetlenecek, ama bir yandan da alınan önlemlerin sera gazı emisyonlarını düşürdüğü görülecektir. Hatta şanslıysak birkaç yıl içinde atmosferdeki karbondioksit birikmesinde bir yavaşlamanın belirtilerini bile görebiliriz.
ABD’nin bir model oluşturarak yapacağı bu politika değişikliği, küresel ısınmayla mücadelenin ancak sera gazı salımlarını düşürmekle, bunun da enerji, ulaşım ve sanayi politikalarında atılacak adımlarla mümkün olduğunu kanıtlayacaktır. Ama doğru yönde atılan bu yetersiz adımlar, aslında çözümün endüstriyel kapitalist sistem içinde olmadığını da kanıtlayacaktır. Çünkü sorun bir hükümet politikası değişikliğinden çok ötede, bir sistem ve uygarlık sorunudur. Ama bütün bir uygarlık algımızı değiştirmemiz, küçülerek, tüketmeden, kendimize yeterek, hırslarımızı kontrol altında tutarak yaşamayı öğrenmemiz zaman alacak.
Biz bunu biliyor olabiliriz. Ama kanıtını bize Obama sağlayacaksa, onu neden sevmeyelim?
Soldan bakıldığında bütün ABD başkanları aynı görünebilir, ama karşıdan verdikleri resimde yeni seçilen ABD Başkanı Barrack Obama, bambaşka bir ışık saçıyor.
Bütün dünya sekiz yıllık George W. Bush kabusundan uyanmanın etkisiyle bir tür yarı baygın durumda olabilir gerçi, bu nedenle önümüzdeki yıllarda başımıza gelecek bambaşka felaketleri farkedemiyor olabiliriz. Ama her konuşmasının başında gezegenin karşı karşıya olduğu büyük tehlikeden bahseden, Evangelist falan olmayan, neokonların nefret ettiği, İran’la barışın yolunun petrole olan bağımlılığı azaltmaktan geçtiğini söyleyen, seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada geylerden, sakatlardan, siyahlardan, yani ezilenlerden bahseden, üstelik genç, sevimli, samimi tavırlı siyah bir adamı Bush gibi bir yaratıkla veya McCain gibi ürkütücü bir Vietnam savaşçısıyla aynı kefeye koymak, içimin alacağı bir şey değil.
Bu satırları okuyup bana hemen bunun Amerikan sermayesinin iç mücadelesinin bir sonucu olduğunu, ABD’yi Pentagon’un ve şirketlerin yönettiğini, Obama’nın sadece bir yüz değişiminden ve kandırmacadan ibaret olduğunu, zaten Obama’nın Afganistan’daki savaşı Pakistan’a yaymaya niyetli olduğunu öğretmek isteyecek kimi arkadaşlarıma da daha en baştan teşekkür ediyorum. Ben bu yazıda biraz farklı bir umut ihtimallinden bahsetmek niyetindeyim çünkü.
Obama’nın söylediği somut sözlerden aklımda kalan üç tanesini önemsiyorum. Çünkü bunlar ideallerden çok, yapmayı düşündüğü şeylerin somut ifadesinden oluşuyor: 1- Guantanamo’yu kapatmak, İran ve Suriye ile açık diplomatik görüşmelere başlamak 2- Dünya çapında nükleer silahsızlanma için net bir hedef belirlemek 3- İklim değişikliğine karşı sera gazı emisyonlarını 2050’de %80 azaltma hedefiyle, yani Kyoto’yu aşan bir şekilde harekete geçmek ve bu çerçevede yenilenebilir enerji için önümüzdeki on yılda 150 milyar dolar yatırım yapmak.
Bu hedeflerden ilk ikisinin verdiği umudu bir yana not etmek gerek. Çünkü dünyayı sürüklendiği şiddet ve savaş sarmalından ve ağırlaşan insan hakları ihlallerinden bir adım olsun geri çekebilir.
Sonuncu hedef ise, hedefe ulaşmak için atılacak adımların geri dönüşsüz sonuçlar vereceği bir netlik taşıyor.
ABD gibi bir ülkenin sera gazları indiriminde böyle yüksek bir hedefe ulaşmak için atacağı ilk birkaç adım bile, enerji ve sanayi altyapısında ciddi bir değişim anlamına gelecektir. Unutmamak gerekir ki, ABD dünyanın en fazla enerji üreten, en fazla enerji tüketen, bütün petrol kaynaklarını kontrol altında tutmaya çalışan, kendi toprakları bile kömür madenleri ve petrol kuyularıyla dolu, elektrik enerjisinin yarısını kömür santrallarından sağlayan, ulaşımda tümüyle otomobile ve uçağa bağımlı, hem toplamda, hem de kişi başına en fazla karbondioksit üreten ülkesi. Son 35 yılda bu tablonun hiç durmadan ağırlaştığı, otomobillerin benzini daha verimli kullanmasını sağlayacak yasaların bile otomotiv endüstrisinin baskısıyla kongreden geçirilemediği bir ülke burası. Ortaya çıkan altyapı, iklim açısından bakıldığında, küresel ısınmanın önümüzdeki yıllarda en az iki katına çıkmasını garanti altına alacak kadar fosil yakıtlara bağımlı durumda.
ABD’nin sera gazı emisyonlarını 40 yılda beşte birine düşürmesini sağlayacak bir plan, bütün bir enerji altyapısını yavaş bir hızla bile olsa fosil yakıtlardan uzaklaşmaya ve enerjinin büyük bir savurganlıkla tüketilmesinden vazgeçmeye zorlayacaktır. Bu durum ABD’nin bugünden yarına tamamen değişeceği, petrol kaynaklarını kontrol etmek için savaşlara girişmeyeceği, biyoyakıtlar gibi sorunu daha da ağırlaştıran yanlış uygulamaların hiç yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Dahası alınacak tüm önlemler ve atılacak adımlar sorunun temel kaynağı olan endüstriyalizmden ve tüketim toplumundan kopmayan, “kapitalizm içi” adımlar olacak. Ve bence bu son derece değerli.
Çünkü ABD gerçekten bu iklim değişikliği hedeflerine yönelmeye başlarsa, olası iki Obama iktidarı dönemi sonunda ABD’nin manzarasında rüzgar çiftlikleri, güneş tarlaları, yollarda giderek artan küçük elektrikli arabalar ve tüm boyutlarda küçülme hakim olmaya başlayabilir. Dahası 4X4’lerin moda olmaktan çıkması, uçak bileti fiyatlarının artması, yeni kömürlü santralların ve petrol ve kömür çıkartmaya yönelik yeni yatırımların azalması söz konusu olabilir. Hamburgerinden caz müziğine kadar küresel bir yaşam biçimi modeli olan ABD’nin yapacağı bu küçük değişiklikler, iklim değişikliği mücadelesinde karşı karşıya kaldığımız inanılmaz direncin kırılmasına son derece önemli katkı sağlayacaktır.
Atılması muhtemel bu adımların, yani enerji ve ulaşım politikalarına verilecek yeni yönün ve yaşam biçimi değişikliklerinin tek başına küresel ısınmayı durdurabileceğini düşünmüyorum. Bir yandan buzulların erimesi, aşırı hava olayları, kuraklık ve susuzluk şiddetlenecek, ama bir yandan da alınan önlemlerin sera gazı emisyonlarını düşürdüğü görülecektir. Hatta şanslıysak birkaç yıl içinde atmosferdeki karbondioksit birikmesinde bir yavaşlamanın belirtilerini bile görebiliriz.
ABD’nin bir model oluşturarak yapacağı bu politika değişikliği, küresel ısınmayla mücadelenin ancak sera gazı salımlarını düşürmekle, bunun da enerji, ulaşım ve sanayi politikalarında atılacak adımlarla mümkün olduğunu kanıtlayacaktır. Ama doğru yönde atılan bu yetersiz adımlar, aslında çözümün endüstriyel kapitalist sistem içinde olmadığını da kanıtlayacaktır. Çünkü sorun bir hükümet politikası değişikliğinden çok ötede, bir sistem ve uygarlık sorunudur. Ama bütün bir uygarlık algımızı değiştirmemiz, küçülerek, tüketmeden, kendimize yeterek, hırslarımızı kontrol altında tutarak yaşamayı öğrenmemiz zaman alacak.
Biz bunu biliyor olabiliriz. Ama kanıtını bize Obama sağlayacaksa, onu neden sevmeyelim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder