Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

04 Temmuz 2010

Çevre direnişlerinin buluşması

Radikal İki'de 4 Temmuz 2010'da yayınlanmıştır.

Ekoloji mücadeleleri kavramı 90’lı yıllarda sözlüğümüze girdi. Çevreciliğin çöp toplamaktan ve ağaç dikmekten ibaret gibi gösterilmeye çalışıldığı, sürdürülebilir kalkınmanın icadıyla en kirletici şirketlerin bile çevreci ilan edildiği ve Çevre Bakanlığı’nın kurulmasıyla meselenin resmiyet kazandığı bu yıllarda, yerel çevre ve ekoloji hareketleri mücadelenin politik yanını vurgulamayı ve sisteme muhalif bir ekoloji mücadelesi geleneği yaratmayı başardı. Ekoloji mücadelelerinin doğuşunda Bergama’da siyanürlü altına karşı başlayan köylü hareketinin büyük etkisi oldu. Kendi topraklarından kendilerine sormadan altın çıkarıp zehrini bırakan şirketlerle mücadeleye girişen köylülerin yarattığı etki, benzeri yatırımların yapıldığı yerlere hızla sıçradı.


Geçen haftasonu Ankara’da yapılan “Çevre Direnişleri Buluşuyor” başlıklı toplantı bu ekoloji mücadelelerini biraraya getirmeyi amaçlıyordu. Buluşma bugüne dek düzenlenen benzeri etkinliklerin en büyüğüydü. Anadolu’nun 28 yöresinden gelen 40’ı aşkın konuşmacıyı ve katkı yapan insanları, iki gün hiç kaçırmadan dinlemeye çalıştım. Bu buluşma, hem Türkiye’de doğayı tahrip eden yatırımların hem de direnişlerin ne kadar çoğaldığını ve yaygınlaştığını kanıtlıyordu. TMMOB’nin organizasyonuyla düzenlenen buluşma, yerel çevre ve ekoloji mücadelelerinin kararlılığını göstermesi açısından da bir dönüm noktasıydı.

Gerçek insanlar

Konuşmalarda göze çarpan en önemli ortak nokta, canı yanan insanlardı. Yaşadıkları toprağın veya soludukları havanın zehirlenmesinden, derelerinin kurutulmasından ya da topraklarının sular altında bırakılmasından, geçim kaynaklarının ve kültürlerinin yok olma tehdidi altına sokulmasından endişelenen gerçek insanlardı konuşanlar.

Örneğin Rize’nin Güneysu ilçesinden, Başbakan Erdoğan’ın “baba ocağından” geldiğini söyleyen bir konuşmacı, derelerinde zaten az olan suyun HES projesinden sonra tamamen kuruduğunu anlatıp “derede yüzümüzü yıkayacak kadar su bırakmadılar, Karadeniz patlama noktasında” diye isyan ediyordu. Çayeli’nden gelen bir başka direnişçi, Senoz vadisinde mahkeme tarafından durdurulan HES’lerin devam etmesi için bakanlığın şirkete yol gösterdiğini, hukukun ayaklar altına alındığını anlatıyordu.

HES projelerinin kuşatması altındaki Karadeniz gerçekten de içten içe kaynıyor. Sadece Doğu Karadeniz’de 790, Türkiye genelinde 1800’e yakın HES projesinden söz ediliyor. Bu gidişle kurutulmayan dere kalmayacak gibi. Bu inşaatlar nedeniyle ağaçlar kesiliyor, yeni yollar açılıyor, Karadeniz’in yaban doğası elden gidiyor. İki günlük toplantıda HES’lere karşı direniş yürüten 10 hareketin temsilcileri konuştu. Üstelik bunlar varolan hareketlerin sadece bir kısmıydı.

Bu arada Senoz’da yaşanan hukuksuzluğun tek örnek olmadığı başka konuşmacılar tarafından da sık sık vurgulandı. Hukuk mücadeleleri her yerde devlet ve şirketler tarafından yeni projeler veya yeni ÇED süreçleri denenerek aşılmaya çalışılıyor. Bergama Çevre Platformu sözcüsü de Bergama’da Danıştay kararı çiğnenerek sürdürülen altın madenciliğinin sonuçlarını bizlere hatırlattı. Bir de kötü haber verdi. İkinci atık barajı da kurulan Bergama altın madeni, bölgedeki altın cevheri bitse bile başka yerlerden taşınacak cevherin siyanürle ayrıştırılacağı bir merkez olmayı sürdürecekti. İnay Vicdan Hareketi temsilcisi Uşak Kışladağ, altın madeninin çevresindeki köylerde doğan iki ayaklı, gözsüz kuzuları da anlatınca hava iyice kasvetlendi.

Termik santraller

Termik santrallar ise ayrı bir sorun. Bartın Platformu’nun sözcüsü, Amasra gibi turistik bir kıyı kasabasına kurulmak istenen 2640 MW’lık dev termik santralden bahsetti. Yatağan’ın dört katı büyüklüğündeki bu santral, günde 22.500 ton kömür yakacak. Bu miktar bütün Bartın’da bir yılda her türlü amaçla yakılan toplam kömür miktarına eşitmiş. Erzin’den gelen temsilcinin Hatay’a dördü Erzin’de olmak üzere toplam 16 kömürlü termik santral yapılacağını anlatması da dehşet vericiydi. Halihazırda bütün Türkiye’de bu kadar çok termik santral yok! Neyse ki Sinop’un termik santral tehdidi altındaki ilçesi Gerze’de 25 Nisan’da 15 bin kişinin yürüdüğünü ve halkın ayakta olduğunu anlatan Yeşil Gerze Platformu temsilcisi hepimize cesaret verdi.
Ekoloji hareketinde yer alan bizler için bütün bu mücadeleleri yanyana izlemekten, insanların yüzlerindeki isyanı görüp nasıl bir dil kurduklarına tanık olmaktan daha öğretici bir deneyim az bulunur. Bu buluşmadan yola çıkarak birkaç hızlı tespit yapabiliriz.

1- Türkiye tarihinde doğayı tahrip eden yatırımların ulaştığı yaygınlık açısından rekor üstüne rekor kırılıyor. Altın madenleri Ege’de, HES’ler Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz’de, termik santrallar Batı Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de kümelenmiş gibi görünüyor. Ama bu bir kural değil. Ulukışla, Dersim, Artvin gibi yerlerde de altın madeni arayışları ya da Silopi örneğinde olduğu gibi kıyılarda olmayan termik santraller de var. Doğanın tehdit altında olduğu yerler gibi direnişler de bütün ülkeye yayılmış.

2- Ekoloji mücadelelerinde yerel dinamikler belirleyici hale gelmiş durumda. Artık büyük kentlerden bilinç taşıma dönemi geride kalmış. Yerel ekoloji mücadeleleri, sadece meslek örgütlerinden, uzmanlardan ya da büyük kentlerdeki çevre örgütlerinden değil, birbirlerinden de yararlanıyor ve ağlar oluşturuyorlar. Doğu Karadeniz’in her yerinde yeni Derelerin Kardeşliği Platformları doğması bunun güzel bir örneği.

3- Bütün bu tehditlerin bu hükümet zamanında, özellikle de AKP’nin ikinci döneminde yoğunlaştığı konusunda bir görüş birliği var. Özellikle de Çevre Bakanı gibi değil, sorumsuz bir müteahhit gibi davranan, doğayı savunmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan Veysel Eroğlu büyük tepki topluyor.

4- Hareketlerin bütünü tek bir ideolojik hatta sahip değil. Ama yaşadıkları sorunun tekil ve basit olmadığının herkes farkında. Tüm hareketler politik bir mücadelenin zorunlu olduğunu, yaşadıkları yerlere ve geleceklerine yönelik tehdidin doğaya yönelik topyekûn bir saldırının parçası olduğunu görüyor. Ayrıca insanlar kadar diğer canlıların haklarına da sık sık vurgu yapılması, hareketin ekolojist bir nitelik taşıması açısından önemli.

Bütün bu hareketlerin birbirinden güç alarak büyümesi, gerekli yerlerde birlikte davranması ve başarı kazanması önemli. En az bunun kadar önemli olan şey ise doğayı, yaşamı ve geleceğimizi korumanın bir bütün olduğunu, kendi yerelimizi korumanın ve bunu politik bir mücadeleye dönüştürmenin gezegenimizi ve bütün insanlığın ve diğer canlıların geleceğini korumaktan bir farkı olmadığını görmek. Artvin’deki Derelerin Kardeşliği hareketinin sözcülerinden birinin “Çoruh’a baraj yapılırken ses çıkarmadık, sonra sıra bize geldi” demesi gerçekten ibret vericiydi. Sıranın ne zaman hangimizin köyüne, deresine, vadisine ya da sokağına geleceğini bilemeyiz. Meşhur hikâyeyi tekrarlamaya gerek yok. Ekoloji mücadelelerinde de kural değişmiyor.

Hiç yorum yok: