Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

22 Nisan 2009

Türkiye Sera Gazı Salımlarında Çıkmaza Sürükleniyor!

Bu yazı 22 Nisan 2009'da "25 Nisan'da Kadıköy'e" başlığıyla Açık Radyo web sitesinde yayınlanmıştır.

Türkiye, küresel ısınmaya neden olan gazların salımında geri dönüşsüz noktaya doğru büyük bir hızla sürükleniyor. Geçen hafta Türkiye’nin 2007 sera gazı emisyon envanteri Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekretaryası tarafından sessiz sedasız açıklandı. Envanterler her yıl 2 yıl öncesinin rakamlarını temel alır. Bu yıl karşımıza çıkan tablo iyice korkutucu.

Türkiye 2007 yılında atmosfere 372 milyon ton sera gazı salmış. Bu rakam, sera gazı salımında bütün dünyada baz yıl kabul edilen 1990’daki 170 milyon tonun %119 üzerinde. Artış hızında Türkiye’ye ait emisyon envanterlerinin açıklanmaya başlandığı 2004 yılından bu yana her yıl olduğu gibi Türkiye yine birinci. Bu artış oranı 2004’te 1990’a göre %74,5, 2005’de %83,7, 2006’da ise %95,6 idi. Görüldüğü gibi sadece 1990’a göre meydana gelen artışın miktarı değil, hızı da artıyor.


1990-2007 arası yıllık ortalama artış %4,8. Yani Türkiye 1990’dan bu yana her yıl bir önceki yıla göre ortalama %5’e yakın daha fazla karbondioksiti atmosfere salıyor. Ancak bu ortalamaya bakmak aynı zamanda yanıltıcı. Çünkü 18 yılın ortalamasına değil son 5 yılın ortalamasına bakarsanız artış hızının %6,6 olduğunu, son 2 yılda ise %9,2’ye çıktığını görüyorsunuz. 2007’de ise Türkiye gerçek bir rekor kırmış. 2007 yılında sera gazı salımı bir önceki yıldan, yani 2006’dan tam %12 daha yüksek!

Bu rakamlar size sıkıcı gelebilir. Zaten Çevre ve Enerji Bakanlıklarında çalışan bürokratlar ile onların güdümündeki uzmanlar da bu nedenle Türkiye’nin başına sarılan bu büyük belayı kamuoyundan gizleyebiliyorlar.

Nasıl bir bela mı? Biraz daha rakamlarla ilgilenirsek, belanın büyüklüğünü kendi gözlerimizle görebiliriz.

Türkiye’nin 12 sene kaçtığı ve bu sene Kopenhag’da ikinci dönemine dair anlaşmaya varılacak olan Kyoto Protokolü’nün mantığı, ülkelerin başlıca kömür, petrol ve doğal gaz kullanımından, dolayısıyla enerji, ulaşım ve sanayi politikalarından kaynaklanan sera gazı salımlarını düşürmek için bazı bağlayıcı hedefler üzerinde uzlaşmalarıdır. Örneğin bir ülke ben 5 yıl sonra salımlarımı %10 düşürmeyi hedefliyorum derse, (kabaca) bu yıl (mesela) 300 milyon ton olan sera gazı salımı 5 yıl sonra 270 milyon tona inecek demektir.
Elbette bütün ülkeler aynı miktarda indirim hedefi almıyorlar. Sanayi devriminden bu yana atmosfere toplamda daha fazla karbondioksit bırakan sanayileşmiş ülkeler tarihsel sorumluluklarının gereği olarak daha fazla indirim yapmakla yükümlü. Bu anlamda en fazla sorumluluk sahibi ülke tabii ki İngiltere. Bir de bugün daha fazla sera gazı salımı yapan ülkelerin (şu anda birinci ABD) daha fazla yükümlülük almaları bekleniyor.

Ancak bir de kişi başı salım var. Bir ülkenin toplam sera gazı salımını nüfusuna bölerseniz, her bir yurttaşın payına düşen kişi başı salımı bulursunuz. Elbette daha fazla sanayileşmiş ülkelerde kişi başı salım da yüksek ve küresel adalet ilkesi gereği kişi başı salımı az olan ülkeler daha az indirim alıyorlar, hatta az gelişmiş ülkelere salımlarını arttırma hakkı veriliyor. Kişi başı salımı yüksek Batı ülkeleri ise en fazla yükümlülük alması gereken ülkeler.

Kişi başı sera gazı salımında dünya ortalaması yaklaşık 4 ton. ABD 24 tonla yine en üstlerde. AB ortalaması ise 10,5 ton (AB içindeki 12 yeni üye ülkenin ortalamasının 9,5 ton olduğunu da ekleyelim). Peki ya Türkiye?
Hükümet ve bazı uzmanlar, Türkiye’nin daha yeterince sanayileşmiş bir ülke olmadığı, bu nedenle de sera gazı salımlarını azaltmasının gerekmediği tezini kişi başı salıma bakarak temellendiriyorlardı. Diyelim ki bu yaklaşım doğru olsun…

Türkiye’nin yeni açıklanan 2007 envanterine göre kişi başı salımı 5,3 tona çıkmış durumda. 1990’da bu miktar 3 tondu ve Türkiye yıllarca bu 3 ton rakamını kullanarak iklim görüşmelerinden uzak kalmayı başardı. Yapılacak basit bir senaryo çalışması ise önümüzdeki yıllarda durumun çözümsüz noktaya sürükleneceğini gösteriyor. Eğer yıllık artış hızı 1990-2007 ortalamasında seyrederse nüfus artış hızı da gözetilerek yaptığımız bir hesaba göre kişi başı ortalama 2012 yılında 6,5 tona, 2020’de 9,5 tona çıkıyor. Eğer bu artış hızı son 3 yılın ortalamasında gidecek olursa, aynı rakamlar 2012’de 7 ton, 2020’de 12 ton oluyor. Son yılın rekor artışının devam etmesini ise hayal etmek bile zor (sırasıyla 9 ve 22 ton).

Türkiye nereye gidiyor görebiliyor musunuz? Eğer hükümet sera gazı salımını düşürmek için Kopenhag’da da hiçbir hedef almazsa, gündemdeki 47 yeni kömürlü termik santral yapılacak olursa, kaynaklar nükleer gibi tehlikeli ve pahalı teknolojilerle heba edilirse, rüzgar ve güneş gibi enerji üretim yöntemleri marjinal kalmaya, verimlilikle ilgili çalışmalar reklam kampanyası düzeyinde ele alınmaya devam ederse, Türkiye bundan sadece birkaç yıl sonra, yani Kyoto sonrası yükümlülük dönemi başlarken Avrupa ortalamasına yetişebilir. On yıl sonra ise Avrupa ortalamasının çok üzerinde sera gazı salan (AB’nin 2020’ye kadar salımlarını %20 azaltmaya şimdiden karar verdiğini unutmayın), kişi başı ortalamada ABD gibi ülkelerle yarışabilecek kadar kirletici, yani küresel ısınmaya en fazla neden olan ülkelerden biri haline geleceğiz.
Acaba ekonomik krizden çıkmak için otomotiv sektörünü canlandırmak dışında akıllarına bir şey gelmeyen, enerjide kömüre ve nükleere mecbur olduğunu sanan hükümet yetkilileri Türkiye sadece birkaç yıl sonra enerji ve ulaşım altyapısının yarattığı fosil yakıt tuzağından çıkamaz hale geldiğinde ve uluslararası iklim görüşmelerinde köşeye sıkıştığında nasıl hesap verecekler?
Öte yandan ne yazık ki hükümete muhalefet etmeyi sadece laiklik ve yolsuzluk tartışması yapmak sananlar, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan enerji, ulaşım, tarım ve çevre politikalarına ve sosyal politikalara dair ne bir muhalefet geliştirebiliyorlar, ne de çözüme dair düzgün bir proje üretiyorlar. Bu işin vebali sadece hükümete de ait değil yani.

Şu anda elimizdeki tek yol bu gerçekleri hiç bıkmadan tekrarlamak, rakamları okumaktan da sıkılmamak ve sokağa çıkmak. 25 Nisan Cumartesi günü Kadıköy meydanında, "İklim Değişikliğini Durdurun; Başka bir enerji Mümkün" demek için bir kez daha toplanıyoruz. Hem iklim değişikliğini durdurmak, hem de gerçek muhalefetin ne olduğunu göstermek için Kadıköy’de olmaktan başka çaremiz yok.

Hiç yorum yok: