Bu yazı Radikal Gazetesi'nde 5 Haziran 2008'de yayınlanmıştır.
Yıllardır süren bir mücadelenin sonunda, “Türkiye Kyoto’yu İmzala!” diyerek imza veren, mitinglerde, konserlerde, toplantılarda ve Türkiye’nin her yerinde yapılan binlece etkinlikte bir araya gelen yüz binlerce insan, şu anda hep bir ağızdan bu haklı talebini dile getirmiş ve hükümeti adım atmaya zorlamış olduğu için mutlu ve kıvançlı olmalı. Önce sonucun adını koymak lazım: Hükümet, son yılların en dirençli sivil mücadelesinin ardından, dünyanın iklimin korunması için adım atmakta en geç kalmış ikinci ülkesi olarak, uluslararası mekanizmanın bir parçası olmaya ikna olmuştur. Kendimizle ne kadar övünsek azdır.
İşin bir başka tuhaf yanı, Çevre Bakanlığı müsteşarının “Kyoto Protokolü’nü imzalamak hiçbir şey değiştirmeyecek” demiş olduğunu öğrenmemiz. Aynı ‘çevre’ bürokratları, bizim Kyoto kampanyalarımıza cevap olarak “Türkiye Kyoto’yu imzalarsa 20 milyar dolar zarara girer ” diyorlardı. Şimdi, imzalasak da bir şey değişmez dediklerine göre bir yerlerde bir hata , olsa gerek. İkisi de yanlış elbette.
Durum yeterince açık görünüyor. Türkiye hükümetleri protokolü imzalamamak için yıllarca hem kendilerini, hem de halkı kandırdılar ve bahane ürettiler. Anlaşılan bundan sonra da imzaladıkları protokolü uygulamamak için benzer bahaneler üretmeye devam edecekler. AKP hükümetinin iklim konusunda izlediği bu politikaya ‘aktif sorumsuzluk politikası’ndan daha başka bir isim bulamıyorum.
Bundan sonra gerçekte neler olması gerektiği, yani Kyoto’yu imzalamanın ne anlama geldiğini anlamak için ise Kyoto Protokolü’nün kendisinden daha iyi bir kaynak düşünemiyorum.
Kyoto Protokolü’nü karbon ticaretinden ibaret sananlara bu uzun anlaşma metninin en temel maddelerini hatırlatmakta sonsuz fayda var.
Bakalım Kyoto Protokolü’nü imzalamış olan Türkiye bundan böyle neler yapamayacakmış? Daha önemlisi Kyoto’ya taraf Türkiye bakalım neler yapmalıymış?
Buna 12 yeni çimento fabrikası projesini de ekleyip, bu projelerin Türkiye’nin karbondioksit emisyonunu nerelere taşıyacağını hesap edebilirsiniz. Kyoto’yu imzalamış bir Türkiye’nin bu projelerden vazgeçmesi, kömürle elektrik üretimini ve çimento fabrikası sayısını artırma planlarına son vermesi gerekeceği açık.
Kyoto Madde 2 Paragraf 1-a-(iv)’e göre yenilenebilir enerji ve çevre dostu teknolojilerin kullanımı artırılmalıdır; bu yöndeki araştırmalar teşvik edilmelidir.
Enerji Bakanlığı’nın hesaplarına göre 80 bin MW’lık rüzgâr potansiyeli olan ve Avrupa’nın en çok rüzgâr alan ikinci ülkesi olan Türkiye’de, halen sadece 250 MW’lık rüzgâr santralı çalışıyor. Bu miktar Türkiye’nin toplam kurulu gücünün yaklaşık yüzde yarımına denk düşüyor. Kyoto’yu imzalamış Türkiye’nin büyük bir hızla rüzgâr ve güneş yatırımı yapması gerekeceği de açık.
Kyoto Madde 10-b’ye göre enerji, ulaşım, sanayi, tarım, ormancılık, atık yönetimi gibi alanlarda ‘sera gazı salımı azaltıcı’ önlemler alınmalıdır.
Bu maddeye uyan bir Türkiye’nin üçüncü köprüye, yeni otoyollara, tarım alanlarının sanayiye tahsis edilmesine kapı aralaması mümkün değildir. Üstelik Türkiye enerjiyi hâlâ OECD ortalamasının iki misli verimsiz kullanmaktadır ve Kyoto’yu imzalamış bir Türkiye büyük bir hızla enerji yoğunluğunu en azından Avrupa ülkeleri düzeyine düşürmelidir.
Türkiye, dünyanın en kalabalık 17. ülkesi ve en büyük 19. ekonomisi olarak, dünyada en fazla karbondioksit emisyonu yapan ilk 20 ülke arasındadır ve emisyonunu en hızlı artıran ülkedir. Türkiye’nin kişi başına karbondioksit emisyonu (ki emisyon indirim pazarlıkları için önemli olan kişi başına emisyondur) 2004 yılında 4,5 ton civarındaydı ve yıllık emisyon miktarı yaklaşık olarak yüzde 5,5 oranında artmaktadır. Yapılacak basit bir hesapla, Kyoto’nun birinci yükümlülük döneminin sonu olan 2012’de kişi başı emisyonun 6 tonu geçeceği görülmektedir. Bugün Avrupa ülkeleri 8-10 ton civarındaki kişi başı emisyonlarını düşürmeye başladılar.
Yapılması gereken şey ortada.
Türkiye 11 yıldır kurnazlık yaptığını sanarak içine düştüğü fosil yakıt batağından kurtulmak zorundadır. Fosil yakıtla kalkınma politikasını değiştirmeli, enerji tasarrufuna, enerjinin verimli kullanımına ve yenilenebilir enerjilere yönelmeli, çimento üretimini ve otomobil kullanımını körüklemeyi bırakmalıdır.
Türkiye’nin Kyoto’yu imzalamasının hiçbir şeyi değiştirmediğini iddia etmek bir yanılgıdır. Türkiye artık dünya iklim politikalarının tarafıdır ve yenilenebilir ekonomiye geçme yolunda ciddi ve sorumlu bir politika izlemekle yükümlüdür. Kyoto sürecine girdiği halde yanlış politikalarda ısrar eden hükümetler birkaç yıl sonra halka da, uluslararası camiaya da hesap veremez duruma düşebilirler.
Nihayet Türkiye Kyoto’yu imzalıyor.
Yıllardır süren bir mücadelenin sonunda, “Türkiye Kyoto’yu İmzala!” diyerek imza veren, mitinglerde, konserlerde, toplantılarda ve Türkiye’nin her yerinde yapılan binlece etkinlikte bir araya gelen yüz binlerce insan, şu anda hep bir ağızdan bu haklı talebini dile getirmiş ve hükümeti adım atmaya zorlamış olduğu için mutlu ve kıvançlı olmalı. Önce sonucun adını koymak lazım: Hükümet, son yılların en dirençli sivil mücadelesinin ardından, dünyanın iklimin korunması için adım atmakta en geç kalmış ikinci ülkesi olarak, uluslararası mekanizmanın bir parçası olmaya ikna olmuştur. Kendimizle ne kadar övünsek azdır.
Ama bu durum, ne yazık ki AKP hükümetinin iklim değişikliğinin ne olduğunu ve Kyoto’nun ne anlama geldiğini hâlâ anlamamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bunun en önemli göstergesi hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü çekince koymak için imzaladığını söylemesi. Demek ki hükümet Kyoto’yu iklim değişikliğinin durdurulmasında Türkiye’nin de sorumluluğu olduğunu anladığı için değil, bazı bürokratların “imzalayalım ki, Kyoto sonrası süreçte kaçmamız daha kolay olsun” demesi üzerine imzalamış. Bu vahim durumun bir diğer kanıtı, yine Cemil Çiçek’in “Türkiye, bu protokolü kendine has nedenlerle başlangıçta imzalamamıştır. Ancak imzalanmamış olması, bu görüşmelerin de belli ölçüde dışında kalmasını mümkün kılmaktadır.” demiş olması. Hükümet süreçten uzak kalınmış olmasını bir avantaj olarak yorumluyor. İnanılır gibi değil!
İşin bir başka tuhaf yanı, Çevre Bakanlığı müsteşarının “Kyoto Protokolü’nü imzalamak hiçbir şey değiştirmeyecek” demiş olduğunu öğrenmemiz. Aynı ‘çevre’ bürokratları, bizim Kyoto kampanyalarımıza cevap olarak “Türkiye Kyoto’yu imzalarsa 20 milyar dolar zarara girer ” diyorlardı. Şimdi, imzalasak da bir şey değişmez dediklerine göre bir yerlerde bir hata , olsa gerek. İkisi de yanlış elbette.
Durum yeterince açık görünüyor. Türkiye hükümetleri protokolü imzalamamak için yıllarca hem kendilerini, hem de halkı kandırdılar ve bahane ürettiler. Anlaşılan bundan sonra da imzaladıkları protokolü uygulamamak için benzer bahaneler üretmeye devam edecekler. AKP hükümetinin iklim konusunda izlediği bu politikaya ‘aktif sorumsuzluk politikası’ndan daha başka bir isim bulamıyorum.
Bundan sonra gerçekte neler olması gerektiği, yani Kyoto’yu imzalamanın ne anlama geldiğini anlamak için ise Kyoto Protokolü’nün kendisinden daha iyi bir kaynak düşünemiyorum.
Kyoto Protokolü’nü karbon ticaretinden ibaret sananlara bu uzun anlaşma metninin en temel maddelerini hatırlatmakta sonsuz fayda var.
Bakalım Kyoto Protokolü’nü imzalamış olan Türkiye bundan böyle neler yapamayacakmış? Daha önemlisi Kyoto’ya taraf Türkiye bakalım neler yapmalıymış?
Kyoto Madde 2 Paragraf 1-a-(v)’ e göre termik santallar, çimento fabrikaları, rafineriler gibi sera gazı salan sektörlere hiçbir teşvik, vergi muafiyeti, sübvansiyon vb. verilemez.
Hükümet, 2007’de çıkarttığı nükleer enerji yasasına koyduğu bir geçici maddeyle 1000 MW’nin üzerindeki kömürlü termik santrallara teşvik verilmesinin önünü açtı. Şu anda Enerji Bakanlığı’nın önünde binlerce megavatlık kömürlü termik santral lisans başvurusu var. Çoğu Yatağan’dan bile daha büyük olması planlanan bu kömür santrallarının Samsun, Sinop, Zonguldak, Bartın, Kahramanmaraş, Adana, Çanakkale gibi illere kurulması söz konusu.
Buna 12 yeni çimento fabrikası projesini de ekleyip, bu projelerin Türkiye’nin karbondioksit emisyonunu nerelere taşıyacağını hesap edebilirsiniz. Kyoto’yu imzalamış bir Türkiye’nin bu projelerden vazgeçmesi, kömürle elektrik üretimini ve çimento fabrikası sayısını artırma planlarına son vermesi gerekeceği açık.
Kyoto Madde 2 Paragraf 1-a-(iv)’e göre yenilenebilir enerji ve çevre dostu teknolojilerin kullanımı artırılmalıdır; bu yöndeki araştırmalar teşvik edilmelidir.
Enerji Bakanlığı’nın hesaplarına göre 80 bin MW’lık rüzgâr potansiyeli olan ve Avrupa’nın en çok rüzgâr alan ikinci ülkesi olan Türkiye’de, halen sadece 250 MW’lık rüzgâr santralı çalışıyor. Bu miktar Türkiye’nin toplam kurulu gücünün yaklaşık yüzde yarımına denk düşüyor. Kyoto’yu imzalamış Türkiye’nin büyük bir hızla rüzgâr ve güneş yatırımı yapması gerekeceği de açık.
Kyoto Madde 10-b’ye göre enerji, ulaşım, sanayi, tarım, ormancılık, atık yönetimi gibi alanlarda ‘sera gazı salımı azaltıcı’ önlemler alınmalıdır.
Bu maddeye uyan bir Türkiye’nin üçüncü köprüye, yeni otoyollara, tarım alanlarının sanayiye tahsis edilmesine kapı aralaması mümkün değildir. Üstelik Türkiye enerjiyi hâlâ OECD ortalamasının iki misli verimsiz kullanmaktadır ve Kyoto’yu imzalamış bir Türkiye büyük bir hızla enerji yoğunluğunu en azından Avrupa ülkeleri düzeyine düşürmelidir.
Türkiye, dünyanın en kalabalık 17. ülkesi ve en büyük 19. ekonomisi olarak, dünyada en fazla karbondioksit emisyonu yapan ilk 20 ülke arasındadır ve emisyonunu en hızlı artıran ülkedir. Türkiye’nin kişi başına karbondioksit emisyonu (ki emisyon indirim pazarlıkları için önemli olan kişi başına emisyondur) 2004 yılında 4,5 ton civarındaydı ve yıllık emisyon miktarı yaklaşık olarak yüzde 5,5 oranında artmaktadır. Yapılacak basit bir hesapla, Kyoto’nun birinci yükümlülük döneminin sonu olan 2012’de kişi başı emisyonun 6 tonu geçeceği görülmektedir. Bugün Avrupa ülkeleri 8-10 ton civarındaki kişi başı emisyonlarını düşürmeye başladılar.
Türkiye eğer gündemindeki kömüre, çimentoya ve otomobile dayalı kalkınma modelini gerçekleştirmekte inat ederse, birkaç yılda Avrupa ortalamasını geçebilir. Bu durumda da hükümetin Türkiye’nin sahip olduğunu iddia ettiği ‘özel durumu’ ve pazarlık gücü buhar olup uçacaktır. Türkiye, Kyotu’yu izleyecek olan Kopenhag sürecinde en fazla emisyon indirimi yükümlülüğü altına girecek, en dezavantajlı ülkelerden biri olmaya doğru dört nala gitmektedir.
Yapılması gereken şey ortada.
Türkiye 11 yıldır kurnazlık yaptığını sanarak içine düştüğü fosil yakıt batağından kurtulmak zorundadır. Fosil yakıtla kalkınma politikasını değiştirmeli, enerji tasarrufuna, enerjinin verimli kullanımına ve yenilenebilir enerjilere yönelmeli, çimento üretimini ve otomobil kullanımını körüklemeyi bırakmalıdır.
Türkiye’nin Kyoto’yu imzalamasının hiçbir şeyi değiştirmediğini iddia etmek bir yanılgıdır. Türkiye artık dünya iklim politikalarının tarafıdır ve yenilenebilir ekonomiye geçme yolunda ciddi ve sorumlu bir politika izlemekle yükümlüdür. Kyoto sürecine girdiği halde yanlış politikalarda ısrar eden hükümetler birkaç yıl sonra halka da, uluslararası camiaya da hesap veremez duruma düşebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder