Bu yazı 25 Ağustos 2008'de Açık Radyo web sitesinde yayınlanmıştır.
2009… İklim değişikliğiyle ilgilenenler birkaç sene sonra 2009 yılını dönüm noktası olarak adlandıracaklar. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi elbette Kyoto’nun yerini alacak yeni uluslararası iklim sözleşmesinin bu yılın sonunda Kopenhag’da tartışılacak olması. Büyük olasılıkla Kopenhag zirvesinden iklim değişikliğini durduracak anlamlı ve iddialı bir anlaşma çıkmayacak. Yine büyük olasılıkla Aralık ayında Kopenhag, iklim değişikliğini durdurmak için hükümetlerin ciddi adımlar atmasını ve radikal önlemler almasını isteyen aktivist gruplar tarafından bloke edilecek. Büyük eylemler, belki işgaller ve dünyanın bütün dikkatinin Kopenhag sokaklarına çevrilmesine neden olacak protestolar yaşanacak. Kopenhag büyük ihtimalle iklim değişikliğine karşı küresel aktivizmin Seattle’ı haline gelecek. Bu nedenle yıl sonundan itibaren iklim değişikliğine karşı mücadele veren çevrelerin bugünkü dağınık ve nispeten sınırlı etkiye sahip yapısının değişeceğini öngörebiliriz. Önümüzdeki döneme dair hesaplarımızı şimdiden bu çerçevede yapmalıyız.
Ama 2009’un dönüm noktası olacağını iddia etmemin tek nedeni Kopenhag zirvesi, beklenen eylemler ve aktivizmin yaşayacağı dönüşüm değil… İklim değişikliğiyle ilgili araştırmacılardan da ardı ardına sarsıcı haberler geliyor. Buna yurt ve dünya haberleri arasında yer alan ve hala inatla küresel ısınmayla bağlantısı kurulmayan kimi olayları da eklememiz lazım.
Bilim çevrelerinden gelen sarsıcı haberler arasında ilk sırayı Geophysical Research Letters dergisinin 6 Ağustos 2009 tarihli sayısında yayımlanan bir araştırma alıyor. Birmingham Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden Graham K. Westbrook ve 18 arkadaşının imzasını taşıyan makalenin başlığı “Batı Spitsbergen kıyı çizgisi boyunca deniz yatağından metan kaçışı”[1]. Bu soğuk bilimsel makalenin özetini aynen çeviriyorum:
“Batı Spitsbergen kıtasal kıyı çizgisi boyunca deniz tabanında, 150-400 metre derinlikteki Gaz Hidrat Stabilite Zonu’nun (GHSZ) mevcut üst sınırından ve üzerinden 250’den fazla gaz çıkışı sütunu keşfedildi. Bazı gaz sütunları deniz yüzeyinin 50 metrelik bölümüne kadar yükseliyor. Gaz ağırlıkla metan. Kuzeye doğru yayılan Batı Spitsbergen akıntısında son 30 yılda yaşanan 1°C ısınmanın GHSZ’nin alanını azaltarak sonuçta deniz tabanındaki hidratın çözülerek metan gazının serbest kalmasına neden olduğu söylenebilir. Eğer bu süreç Arktik kıtasal kıyı boyunca yayılırsa okyanus içinde her yıl onlarca teragram metan serbest kalabilir.”
Westbrook ve ekibinin araştırmasını haberleştiren BBC muhabirleri Southampton Ulusal Okyanus Bilimleri Merkezi’nden Profesör Tim Minshull’a bu gözlem hakkındaki yorumunu sormuşlar. Minshull şöyle diyor: “Spitsbergen’de okyanus tabanı boyunca metan hidrat yatakları olduğunu biliyorduk ve okyanus ısındıkça metanın serbestleşeceğine ve sera etkisi üzerinde pozitif geri besleme yaratacağına dair görüşler de uzun süredir dile getiriliyordu, ama bu metan çıkışının zaten başladığına dair bu kadar güçlü bir kanıt bulunmasını beklemiyorduk.”
Uzun yıllardır aralarında James Hansen ve James Lovelock’un da olduğu bilim insanları okyanus tabanında serbestleşecek metan gazının küresel ısınmayı tetikleyecek en önemli pozitif geri beslemelerden biri olabileceği yolunda yorumlar yapıyorlardı. Hatta Alaska’da buzulların erimesi sonucunda ortaya çıkmış göllerden metan çıkışının görüntüleri internette çoktandır dolaşımdaydı. Ancak atmosferde halen bulunan sera gazı miktarını tek başına ikiye katlayabilecek bu kadar büyük bir metan kaynağının ısınan okyanusun tabanından fokurdayarak atmosfere karışması ihtimali bir bilim kurgu senaryosu gibi anlatılıyor, bazı iklim bilimciler tarafından 251 milyon yıl önceki Permian yok oluşta da etkisi olduğu iddia edilen bu metan çıkışı ihtimali bir tür son uyarı gibi algılanıyordu.
Anlaşılan o ki, bu olay bir korku filmi senaryosu değilmiş. Westbrook ve arkadaşlarının sonarlarının yanlış görüntü elde ettiğini ne kadar arzu etsek de, metan geri beslemesi başladı gibi görünüyor.
Bu yılı iklim biliminde bir dönüm noktası haline getirebilecek bu uğursuz keşfin etkisini bize aklımızı başımıza devşirmemize yetecek kadar zaman tanıyacak bir hızda, yavaş yavaş göstermesini dilemekten başka yapacak bir şey yok.
Bu yılın ikinci kötü haberi ABD’nin Ulusal Okyanus ve Atmosfer Bilimleri Yönetimi’nden geldi. NOAA, Güney Amerika’nın batısında yaşanan El Nino sıcak su akıntısının 2009-2010’da bir kez daha küresel iklimi etkisi altına alabileceğini açıkladı. Son yıllarda 3-4 yılda bir tekrarlanmaya başlayan El Nino etkisi, en son 2006’da yaşanmış ve 2006-2007 kışında aşırı sıcaklara ve izleyen yıl boyunca ciddi kuraklıklara neden olmuştu. El Nino ayrıca dünyanın çeşitli yerlerinde selleri ve diğer aşırı meteorolojik olayları tetikleyebiliyor.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu “Bildiğiniz Havaların Sonu” kitabında El Nino’nun dünyanın değişen iklimi nedeniyle önümüzdeki yıllarda daha sık ve yıkıcı biçimde ortaya çıkabileceğini, El Nino’nun Türkiye üzerinde de etkileri olabileceğini söylüyordu.
Ömer Madra’nın “Küresel Isınma ve İklim Krizi” kitabındaki El Nino bölümünden de bir alıntı yapalım. Pek iç açıcı bir alıntı olmayacağı konusunda baştan uyarayım ama:
“Lonnie Thompson ve arkadaşları atmosferik süreçlerin itici gücü olarak El Nino gibi tropik okyanus akıntılarını görüyorlar. Öte yandan Mark Cane diye bir başka iklimbilimci, iklim değişikliği ve tropik Pasifik’teki değişiklikler üzerine yazdığı bir makalede ‘uyuyan ejderha uyanıyor’ diye bir tabir kullanıyor. İklimbilimde tropik okul da denen bu insanlar motor güç gezegenin merkezinde yer alır diyorlar. Çünkü bütün hava ve okyanus akımları ekvatordan kutuplara doğrudur. (…) El Nino bir taraftan da kuraklığa yol açıyor. (…) Tropikleri araştıran iklimbilimciler bu sefer sürekli bir El Nino meydana gelebilir diyorlar. (…) Pek çok bilim insanına bakarsak El Nino küresel ısınmadan dolayı eskisi gibi 7 senede bir gelmeyebilir ve sürekli olabilir. Peki bu kadarı da saçmalık mıdır, abartı mıdır diye gidip sormuş Mark Bowen. Lonnie Thompson diyor ki, ‘El Nino’nun sürekli hale geleceği doğru mudur bilmiyorum. Ama saçma olmadığını söyleyebilirim.’”
Eğer 2009-2010 kışında El Nino bir kez daha kuvvetli biçimde yaşanırsa, küresel sıcaklıkların önümüzdeki yıl yeni bir rekor kırma ihtimali olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu konularda başta Hansen olmak üzere bilim insanlarının ne gibi yorumlar yapacağını beklemekte fayda var. Ama El Nino ihtimalini dilerseniz bu yıl okyanus sıcaklıklarının yeni bir rekor kırdığı, ölçümlerin başladığı 1880 yılında beri ölçülen en yüksek sıcaklık ortalaması olan 17 dereceye ulaştığı haberiyle birlikte okuyabilirsiniz. Çünkü bu yıl kırılan bir önceki rekor El Nino’nun yaşandığı 1998 yılına aitmiş. En son sular ısınır ilkesi gereği, okyanusların yaklaşık 40 yıllık bir gecikmeyle ısındığını düşünürseniz, karbondioksit salımlarının roket hızıyla artmaya başladığı 1970’lerdeki salımların okyanusları daha yeni yeni ısıtmaya başladığını da fark edebilirsiniz.
Bilim çevrelerinden gelen başka tatsız haberler de var. Antarktika’daki erimenin hızlandığı, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun 2008’de 387 ppm ile yeni bir rekor kırdığı, Kuzey Kutbu’ndaki yaz buzunun 2012’de tamamen eriyebileceği gibi…
Ama bu yıl dikkati çeken başka bir durum daha var ki, bilim çevrelerinden gelen tüm uyarıcı haberlerden çok daha ilginç. Çünkü 2009 yılında iklim değişikliğine dair olumsuz işaretler kadar göze çarpan bir şey de “kuşkucuların” yaptığı atak oldu. İklim değişikliğinin varlığını ve küresel ısınmaya insan etkinliklerinin, yani fosil yakıtların neden olduğunu kabul etmeyen ve genelde aralarında petrol ve kömür şirketlerinin de olduğu bazı şirketler tarafından desteklenen, aralarında bazı bilimcilerin de olduğu “iklim kuşkucuları” bu yıl bir atak daha yapmış gibi görünüyorlar. Önce “iklim iyiye gidiyor lobisinin” bir numaralı sponsoru American Enterprise Institute’un desteklediği baş kuşkucu Björn Lomborg’un iklim değişikliğine dair önlemler konusunda mevcut emisyon azaltma önlemlerini sorguladığı “konsensus grubu” raporu çıktı ortaya. İşin güzeli Danimarkalı Lomborg’un grubunun adının “Kopenhag İklim Konsensusu” olması. Tam Kopenhag zirvesi öncesi, ne tesadüf…
Ama bununla bitmiyor. Amazon kitapçısından bir tarama yaparsanız, son bir yıl içinde iklim değişikliğiyle ilgili yayınlanan kitapların ciddi bir bölümünün kuşkucu safta yer aldığını görebilirsiniz. Ciddi referansa sahip yazarlar tarafından yazılmasalar da ısınan havalarda içlerini serinletmek isteyen okuyucuların ve hala bilimin iklim değişikliğinin varlığını tartıştığını sanan medyanın bayağı ilgi gösterdiği bu tür kitapların bazılarının isimleri şöyle: “İklim Değişikliği ve Diğer Saçmalıklar”, “Akla Çağrı: Küresel Isınmaya Serin Bir Bakış”, “İklim Karmaşası: Küresel Isınma Nasıl Kötü Bilime, Yaltakçı Politikacılara ve Yoksullara Zarar Veren Yanlış Politikalara Neden Oluyor?”, “Kızıl Sıcak Yalanlar: Küresel Isınma Alarmcıları Nasıl Tehdit, Sahtekarlık ve Hileyle Sizi Yanlış Yönlendiriyor?”, “Üşüme: Küresel Isınma Teorisinin Yeniden Değerlendirilmesi: İklim Değişikliği Dünyanın Soğuduğu Anlamına mı Geliyor ve Eğer Öyleyse Bunun İçin Ne Yapmalıyız?” ve “Cennet ve Yeryüzü: Küresel Isınma – Eksik Bilim”. Türkiye’de de benzeri saçmalıkta bir-iki kitabın bu yıl yayınlandığını da ekleyebiliriz.
Bu kitaplara ve yazarlarına gülüp geçebilirsiniz. Ama Kopenhag’da dünyanın gelecekteki varoluşunu belirleyecek büyük zirve yaklaşırken bazı yayıncı, yazar ve medya kuruluşlarının hala küresel ısınma hakkındaki konsensüsü tartışmalı imiş gibi göstermeye çalışmaları bana hiç de rastlantısal bir zamanlama gibi gelmiyor. Tıpkı “yaratılışçıların” evrimi tartışmalı bir teori gibi gösterip evrimsel biyolojinin okullarda okutulması ve kamuoyunda görünür hale gelmesi tartışmalarını kilitlemeyi başarmaları gibi, “kuşkucular” da en kritik ve en acil dönemde iklim değişikliği gerçeğinin doğru anlaşılmasını dinamitlemeye çalışıyorlar. Bu yıl bu konuda daha dikkatli, daha uyanık olmak için de bir dönüm noktası olmalı.
Bu yıl tüm bu nedenlerle iklim değişikliği için bir dönüm noktası haline gelirken, bir yandan da Yunanistan’ı ve Türkiye’yi kasıp kavuran orman yangınları, Tayvan’daki tayfunlar, Çin ve Türkiye’deki seller ve benzeri iklim felaketleri medya ve kamuoyunu yönlendiren yazarlar tarafından iklim değişikliği bağlantısı kurulmadan ve bir mühendislik meselesine indirgenerek önemsenmemeye devam ediyor.
Kopenhag zirvesine 3 ay kala önümüzde ciddi bir tehlike var: İklim değişikliği giderek daha geri dönülmez noktaya gelirken, kamuoyu belli çevreler tarafından bir kez daha felç edilebilir ve tıpkı 1997 öncesinde Kyoto’da yediğimiz çalıma benzer bir çalım yiyebiliriz.
İnsanlık tarihinin en kritik dönüm noktalarından birini bir kez daha farkına varmadan yaşayıp, yıllar sonra 2009’u kaybetmemizin neden olduğu sonuçlarla yüzleşip geri dönmenin imkansız hale geldiğini idrak ettiğimizde çok geç olabilir.
İklim değişikliğiyle ilgili konuşmaların ve uyarıların kıyamet tellallığı yapmak olduğunu söyleyen ve canları sıkıldığı için kulaklarını tıkayanlar nasıl bir sorumluluk aldıklarının farkındalar mı?
Sorular ciddi.
Sevimsiz olmaktan ve kıyamet tellalı olarak etiketlenmekten yılmayıp bu soruları sormak zorundayız ama. Ciddi bir dönüm noktasının ne anlama geldiğini kavrayarak yaşamamız neden mümkün olmasın?
[1] Westbrook, G. K., et al. (2009), Escape of methane gas from the seabed along the West Spitsbergen continental margin, Geophys. Res. Lett., 36, L15608, doi:10.1029/2009GL039191.
2009… İklim değişikliğiyle ilgilenenler birkaç sene sonra 2009 yılını dönüm noktası olarak adlandıracaklar. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi elbette Kyoto’nun yerini alacak yeni uluslararası iklim sözleşmesinin bu yılın sonunda Kopenhag’da tartışılacak olması. Büyük olasılıkla Kopenhag zirvesinden iklim değişikliğini durduracak anlamlı ve iddialı bir anlaşma çıkmayacak. Yine büyük olasılıkla Aralık ayında Kopenhag, iklim değişikliğini durdurmak için hükümetlerin ciddi adımlar atmasını ve radikal önlemler almasını isteyen aktivist gruplar tarafından bloke edilecek. Büyük eylemler, belki işgaller ve dünyanın bütün dikkatinin Kopenhag sokaklarına çevrilmesine neden olacak protestolar yaşanacak. Kopenhag büyük ihtimalle iklim değişikliğine karşı küresel aktivizmin Seattle’ı haline gelecek. Bu nedenle yıl sonundan itibaren iklim değişikliğine karşı mücadele veren çevrelerin bugünkü dağınık ve nispeten sınırlı etkiye sahip yapısının değişeceğini öngörebiliriz. Önümüzdeki döneme dair hesaplarımızı şimdiden bu çerçevede yapmalıyız.
Ama 2009’un dönüm noktası olacağını iddia etmemin tek nedeni Kopenhag zirvesi, beklenen eylemler ve aktivizmin yaşayacağı dönüşüm değil… İklim değişikliğiyle ilgili araştırmacılardan da ardı ardına sarsıcı haberler geliyor. Buna yurt ve dünya haberleri arasında yer alan ve hala inatla küresel ısınmayla bağlantısı kurulmayan kimi olayları da eklememiz lazım.
Bilim çevrelerinden gelen sarsıcı haberler arasında ilk sırayı Geophysical Research Letters dergisinin 6 Ağustos 2009 tarihli sayısında yayımlanan bir araştırma alıyor. Birmingham Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden Graham K. Westbrook ve 18 arkadaşının imzasını taşıyan makalenin başlığı “Batı Spitsbergen kıyı çizgisi boyunca deniz yatağından metan kaçışı”[1]. Bu soğuk bilimsel makalenin özetini aynen çeviriyorum:
“Batı Spitsbergen kıtasal kıyı çizgisi boyunca deniz tabanında, 150-400 metre derinlikteki Gaz Hidrat Stabilite Zonu’nun (GHSZ) mevcut üst sınırından ve üzerinden 250’den fazla gaz çıkışı sütunu keşfedildi. Bazı gaz sütunları deniz yüzeyinin 50 metrelik bölümüne kadar yükseliyor. Gaz ağırlıkla metan. Kuzeye doğru yayılan Batı Spitsbergen akıntısında son 30 yılda yaşanan 1°C ısınmanın GHSZ’nin alanını azaltarak sonuçta deniz tabanındaki hidratın çözülerek metan gazının serbest kalmasına neden olduğu söylenebilir. Eğer bu süreç Arktik kıtasal kıyı boyunca yayılırsa okyanus içinde her yıl onlarca teragram metan serbest kalabilir.”
Westbrook ve ekibinin araştırmasını haberleştiren BBC muhabirleri Southampton Ulusal Okyanus Bilimleri Merkezi’nden Profesör Tim Minshull’a bu gözlem hakkındaki yorumunu sormuşlar. Minshull şöyle diyor: “Spitsbergen’de okyanus tabanı boyunca metan hidrat yatakları olduğunu biliyorduk ve okyanus ısındıkça metanın serbestleşeceğine ve sera etkisi üzerinde pozitif geri besleme yaratacağına dair görüşler de uzun süredir dile getiriliyordu, ama bu metan çıkışının zaten başladığına dair bu kadar güçlü bir kanıt bulunmasını beklemiyorduk.”
Uzun yıllardır aralarında James Hansen ve James Lovelock’un da olduğu bilim insanları okyanus tabanında serbestleşecek metan gazının küresel ısınmayı tetikleyecek en önemli pozitif geri beslemelerden biri olabileceği yolunda yorumlar yapıyorlardı. Hatta Alaska’da buzulların erimesi sonucunda ortaya çıkmış göllerden metan çıkışının görüntüleri internette çoktandır dolaşımdaydı. Ancak atmosferde halen bulunan sera gazı miktarını tek başına ikiye katlayabilecek bu kadar büyük bir metan kaynağının ısınan okyanusun tabanından fokurdayarak atmosfere karışması ihtimali bir bilim kurgu senaryosu gibi anlatılıyor, bazı iklim bilimciler tarafından 251 milyon yıl önceki Permian yok oluşta da etkisi olduğu iddia edilen bu metan çıkışı ihtimali bir tür son uyarı gibi algılanıyordu.
Anlaşılan o ki, bu olay bir korku filmi senaryosu değilmiş. Westbrook ve arkadaşlarının sonarlarının yanlış görüntü elde ettiğini ne kadar arzu etsek de, metan geri beslemesi başladı gibi görünüyor.
Bu yılı iklim biliminde bir dönüm noktası haline getirebilecek bu uğursuz keşfin etkisini bize aklımızı başımıza devşirmemize yetecek kadar zaman tanıyacak bir hızda, yavaş yavaş göstermesini dilemekten başka yapacak bir şey yok.
Bu yılın ikinci kötü haberi ABD’nin Ulusal Okyanus ve Atmosfer Bilimleri Yönetimi’nden geldi. NOAA, Güney Amerika’nın batısında yaşanan El Nino sıcak su akıntısının 2009-2010’da bir kez daha küresel iklimi etkisi altına alabileceğini açıkladı. Son yıllarda 3-4 yılda bir tekrarlanmaya başlayan El Nino etkisi, en son 2006’da yaşanmış ve 2006-2007 kışında aşırı sıcaklara ve izleyen yıl boyunca ciddi kuraklıklara neden olmuştu. El Nino ayrıca dünyanın çeşitli yerlerinde selleri ve diğer aşırı meteorolojik olayları tetikleyebiliyor.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu “Bildiğiniz Havaların Sonu” kitabında El Nino’nun dünyanın değişen iklimi nedeniyle önümüzdeki yıllarda daha sık ve yıkıcı biçimde ortaya çıkabileceğini, El Nino’nun Türkiye üzerinde de etkileri olabileceğini söylüyordu.
Ömer Madra’nın “Küresel Isınma ve İklim Krizi” kitabındaki El Nino bölümünden de bir alıntı yapalım. Pek iç açıcı bir alıntı olmayacağı konusunda baştan uyarayım ama:
“Lonnie Thompson ve arkadaşları atmosferik süreçlerin itici gücü olarak El Nino gibi tropik okyanus akıntılarını görüyorlar. Öte yandan Mark Cane diye bir başka iklimbilimci, iklim değişikliği ve tropik Pasifik’teki değişiklikler üzerine yazdığı bir makalede ‘uyuyan ejderha uyanıyor’ diye bir tabir kullanıyor. İklimbilimde tropik okul da denen bu insanlar motor güç gezegenin merkezinde yer alır diyorlar. Çünkü bütün hava ve okyanus akımları ekvatordan kutuplara doğrudur. (…) El Nino bir taraftan da kuraklığa yol açıyor. (…) Tropikleri araştıran iklimbilimciler bu sefer sürekli bir El Nino meydana gelebilir diyorlar. (…) Pek çok bilim insanına bakarsak El Nino küresel ısınmadan dolayı eskisi gibi 7 senede bir gelmeyebilir ve sürekli olabilir. Peki bu kadarı da saçmalık mıdır, abartı mıdır diye gidip sormuş Mark Bowen. Lonnie Thompson diyor ki, ‘El Nino’nun sürekli hale geleceği doğru mudur bilmiyorum. Ama saçma olmadığını söyleyebilirim.’”
Eğer 2009-2010 kışında El Nino bir kez daha kuvvetli biçimde yaşanırsa, küresel sıcaklıkların önümüzdeki yıl yeni bir rekor kırma ihtimali olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu konularda başta Hansen olmak üzere bilim insanlarının ne gibi yorumlar yapacağını beklemekte fayda var. Ama El Nino ihtimalini dilerseniz bu yıl okyanus sıcaklıklarının yeni bir rekor kırdığı, ölçümlerin başladığı 1880 yılında beri ölçülen en yüksek sıcaklık ortalaması olan 17 dereceye ulaştığı haberiyle birlikte okuyabilirsiniz. Çünkü bu yıl kırılan bir önceki rekor El Nino’nun yaşandığı 1998 yılına aitmiş. En son sular ısınır ilkesi gereği, okyanusların yaklaşık 40 yıllık bir gecikmeyle ısındığını düşünürseniz, karbondioksit salımlarının roket hızıyla artmaya başladığı 1970’lerdeki salımların okyanusları daha yeni yeni ısıtmaya başladığını da fark edebilirsiniz.
Bilim çevrelerinden gelen başka tatsız haberler de var. Antarktika’daki erimenin hızlandığı, atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun 2008’de 387 ppm ile yeni bir rekor kırdığı, Kuzey Kutbu’ndaki yaz buzunun 2012’de tamamen eriyebileceği gibi…
Ama bu yıl dikkati çeken başka bir durum daha var ki, bilim çevrelerinden gelen tüm uyarıcı haberlerden çok daha ilginç. Çünkü 2009 yılında iklim değişikliğine dair olumsuz işaretler kadar göze çarpan bir şey de “kuşkucuların” yaptığı atak oldu. İklim değişikliğinin varlığını ve küresel ısınmaya insan etkinliklerinin, yani fosil yakıtların neden olduğunu kabul etmeyen ve genelde aralarında petrol ve kömür şirketlerinin de olduğu bazı şirketler tarafından desteklenen, aralarında bazı bilimcilerin de olduğu “iklim kuşkucuları” bu yıl bir atak daha yapmış gibi görünüyorlar. Önce “iklim iyiye gidiyor lobisinin” bir numaralı sponsoru American Enterprise Institute’un desteklediği baş kuşkucu Björn Lomborg’un iklim değişikliğine dair önlemler konusunda mevcut emisyon azaltma önlemlerini sorguladığı “konsensus grubu” raporu çıktı ortaya. İşin güzeli Danimarkalı Lomborg’un grubunun adının “Kopenhag İklim Konsensusu” olması. Tam Kopenhag zirvesi öncesi, ne tesadüf…
Ama bununla bitmiyor. Amazon kitapçısından bir tarama yaparsanız, son bir yıl içinde iklim değişikliğiyle ilgili yayınlanan kitapların ciddi bir bölümünün kuşkucu safta yer aldığını görebilirsiniz. Ciddi referansa sahip yazarlar tarafından yazılmasalar da ısınan havalarda içlerini serinletmek isteyen okuyucuların ve hala bilimin iklim değişikliğinin varlığını tartıştığını sanan medyanın bayağı ilgi gösterdiği bu tür kitapların bazılarının isimleri şöyle: “İklim Değişikliği ve Diğer Saçmalıklar”, “Akla Çağrı: Küresel Isınmaya Serin Bir Bakış”, “İklim Karmaşası: Küresel Isınma Nasıl Kötü Bilime, Yaltakçı Politikacılara ve Yoksullara Zarar Veren Yanlış Politikalara Neden Oluyor?”, “Kızıl Sıcak Yalanlar: Küresel Isınma Alarmcıları Nasıl Tehdit, Sahtekarlık ve Hileyle Sizi Yanlış Yönlendiriyor?”, “Üşüme: Küresel Isınma Teorisinin Yeniden Değerlendirilmesi: İklim Değişikliği Dünyanın Soğuduğu Anlamına mı Geliyor ve Eğer Öyleyse Bunun İçin Ne Yapmalıyız?” ve “Cennet ve Yeryüzü: Küresel Isınma – Eksik Bilim”. Türkiye’de de benzeri saçmalıkta bir-iki kitabın bu yıl yayınlandığını da ekleyebiliriz.
Bu kitaplara ve yazarlarına gülüp geçebilirsiniz. Ama Kopenhag’da dünyanın gelecekteki varoluşunu belirleyecek büyük zirve yaklaşırken bazı yayıncı, yazar ve medya kuruluşlarının hala küresel ısınma hakkındaki konsensüsü tartışmalı imiş gibi göstermeye çalışmaları bana hiç de rastlantısal bir zamanlama gibi gelmiyor. Tıpkı “yaratılışçıların” evrimi tartışmalı bir teori gibi gösterip evrimsel biyolojinin okullarda okutulması ve kamuoyunda görünür hale gelmesi tartışmalarını kilitlemeyi başarmaları gibi, “kuşkucular” da en kritik ve en acil dönemde iklim değişikliği gerçeğinin doğru anlaşılmasını dinamitlemeye çalışıyorlar. Bu yıl bu konuda daha dikkatli, daha uyanık olmak için de bir dönüm noktası olmalı.
Bu yıl tüm bu nedenlerle iklim değişikliği için bir dönüm noktası haline gelirken, bir yandan da Yunanistan’ı ve Türkiye’yi kasıp kavuran orman yangınları, Tayvan’daki tayfunlar, Çin ve Türkiye’deki seller ve benzeri iklim felaketleri medya ve kamuoyunu yönlendiren yazarlar tarafından iklim değişikliği bağlantısı kurulmadan ve bir mühendislik meselesine indirgenerek önemsenmemeye devam ediyor.
Kopenhag zirvesine 3 ay kala önümüzde ciddi bir tehlike var: İklim değişikliği giderek daha geri dönülmez noktaya gelirken, kamuoyu belli çevreler tarafından bir kez daha felç edilebilir ve tıpkı 1997 öncesinde Kyoto’da yediğimiz çalıma benzer bir çalım yiyebiliriz.
İnsanlık tarihinin en kritik dönüm noktalarından birini bir kez daha farkına varmadan yaşayıp, yıllar sonra 2009’u kaybetmemizin neden olduğu sonuçlarla yüzleşip geri dönmenin imkansız hale geldiğini idrak ettiğimizde çok geç olabilir.
İklim değişikliğiyle ilgili konuşmaların ve uyarıların kıyamet tellallığı yapmak olduğunu söyleyen ve canları sıkıldığı için kulaklarını tıkayanlar nasıl bir sorumluluk aldıklarının farkındalar mı?
Sorular ciddi.
Sevimsiz olmaktan ve kıyamet tellalı olarak etiketlenmekten yılmayıp bu soruları sormak zorundayız ama. Ciddi bir dönüm noktasının ne anlama geldiğini kavrayarak yaşamamız neden mümkün olmasın?
[1] Westbrook, G. K., et al. (2009), Escape of methane gas from the seabed along the West Spitsbergen continental margin, Geophys. Res. Lett., 36, L15608, doi:10.1029/2009GL039191.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder