Bianet'te 18 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmıştır.
Çok önemli iki haber üst üste geldi. Önce Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in Türkiye ziyareti sırasında Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu nükleer santralı konusunda bir anlaşma imzalandı. Ardından İran'da Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun katılımıyla İran'a uranyum takasının Türkiye üzerinden yapılması için anlaşmaya varıldı. Devletler arası iki nükleer anlaşma!... Bunun uzun vadede ne anlama geldiğini düşünmeden hükümetin barış çabalarına övgüler düzmenin erken olduğunu düşünüyorum.
Bir şekilde ardı ardına yaşanan bu nükleer gelişmelerin anlamı Türkiye'nin Ortadoğu'da yeni bir nükleer güç olmaya heves etmesi gibi görünüyor. Doğrusu bunu hükümetin yalanlayacağını da pek sanmıyorum. Büyük ülke ve bölgesel güç olma merakı aynı anda büyük ülkelerle ve bölgesel güçlerle yarışmayı da, onların çıkarlarını savunmayı da gerektirir. Şu anki durumda bu pazarlıkların arkasındaki niyet Türkiye'yi uzun vadede yeni bir nükleer güç olmaya aday yapmak olsa gerek.
Bunun en önemli kanıtı Türkiye'nin Rusya'ya ihalesiz ve sermayesi tamamen Rusya'ya ait olacak şekilde birkaç nükleer enerji tesisini birden altın tepsi içinde sunması. Akkuyu gibi halkın 40 yıldır nükleere karşı direndiği bir yerde, kapalı kapılar arkasında yapılan devletler arası bir anlaşmayla 4800 MW büyüklüğünde 4 nükleer reaktör yaptırılıyor. Bu çok büyük bir yatırım. Rusya bu santralı kendi parasıyla yapacak, sonra da üreteceği elektriği bu santralı Avrupa'da yapsa satabileceği fiyatın 2-3 katına bize satacak. Hem de en az 15 yıl alım garantisiyle hepimizi bağlamış bir şekilde...
Rusya gibi bir nükleer güçle böyle bir işe girişeceksiniz, sonra da ihalesiz, yarışmasız, şartnamesiz bir şekilde, kimseye sormadan, halkın tepkisini göz ardı ederek, sadece bir uluslararası anlaşma yasasını meclisten geçirerek, herhangi bir dış politika kararı gibi işi bitireceksiniz!
Türkiye devleti herhangi bir ülkeye anahtar teslim şeker fabrikası yaptırıyor mu? Nerede kaldı en kahraman serbest piyasa savunuculuğunuz? Nükleer santraldan başka hangi yatırım bu kadar gizlilik içinde, tepeden inme metodlarla bir dış politika aracı haline getiriliyor? Sanki bir askeri üs verir gibi, bir devlete stratejik kararlarla bir nükleer santral verildiği açık değil mi?... Hem de uzun yıllar boyunca hepimizin cebinden çıkacak paraları o devlete ödemeyi garanti ederek... Bu neyin heveskarlığıdır?
İran'a uranyum takasını Türkiye üzerinden yapmayı büyük bir diplomatik başarı olarak satmaya çalışanlara konuyu Rusya'ya yapılan bu satışla birlikte değerlendirmelerini öneririm. İlk akla gelen açıklama Türkiye'nin kolay yoldan yeni bir nükleer güç olma hevesinde olduğudur. Türkiye İsrail'in ve İran'ın ardından Ortadoğu'daki üçüncü nükleer güç olmaya mı çalışıyor? İsrail'i ve İran'ı örnek alarak mı ülkenizi barış denizinde yüzdüreceksiniz?
Nükleer santralla nükleer silah arasında kısa bir yol vardır. Bu kadar gözü kara bir şekilde, ne pahasına olursa olsun nükleer santral sahibi olmaya heveslenen, İran'ın nükleer teknoloji hakkını da bu kadar cansiperane savunan bir hükümetin zihninin geri planında hangi niyetlerin yattığını sorgulamak gerekir. (İran'ın sahip olduğu nükleer teknolojinin arkasında da Rusya'nın olması sadece bir tesadüf mü?)
Davutoğlu hayranı yazarlar bunu bir barış hamlesi olarak görüyorlar. Oysa soğuk savaş zamanından beri barış siyasetinin tek bir temel ilkesi vardır: Kendi sahip olduğun silah gücünü tek taraflı da olsa azaltmak, azaltmayı savunmak, karşındakini de buna zorlamak. Yani silahsızlanma...
Nükleer ve konvansiyonel silah kapasitesini arttırma niyetinin ve herkesin daha fazla silahlanma hakkını savunabilmenin adı barış siyaseti değil, caydırıcılık siyasetidir. Bu sefer ikiden fazla kutbu olan yeni bir soğuk savaşın taraflarından biri olarak mı barış ülkesi olacaksınız?
Çok önemli iki haber üst üste geldi. Önce Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in Türkiye ziyareti sırasında Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu nükleer santralı konusunda bir anlaşma imzalandı. Ardından İran'da Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun katılımıyla İran'a uranyum takasının Türkiye üzerinden yapılması için anlaşmaya varıldı. Devletler arası iki nükleer anlaşma!... Bunun uzun vadede ne anlama geldiğini düşünmeden hükümetin barış çabalarına övgüler düzmenin erken olduğunu düşünüyorum.
Bir şekilde ardı ardına yaşanan bu nükleer gelişmelerin anlamı Türkiye'nin Ortadoğu'da yeni bir nükleer güç olmaya heves etmesi gibi görünüyor. Doğrusu bunu hükümetin yalanlayacağını da pek sanmıyorum. Büyük ülke ve bölgesel güç olma merakı aynı anda büyük ülkelerle ve bölgesel güçlerle yarışmayı da, onların çıkarlarını savunmayı da gerektirir. Şu anki durumda bu pazarlıkların arkasındaki niyet Türkiye'yi uzun vadede yeni bir nükleer güç olmaya aday yapmak olsa gerek.
Bunun en önemli kanıtı Türkiye'nin Rusya'ya ihalesiz ve sermayesi tamamen Rusya'ya ait olacak şekilde birkaç nükleer enerji tesisini birden altın tepsi içinde sunması. Akkuyu gibi halkın 40 yıldır nükleere karşı direndiği bir yerde, kapalı kapılar arkasında yapılan devletler arası bir anlaşmayla 4800 MW büyüklüğünde 4 nükleer reaktör yaptırılıyor. Bu çok büyük bir yatırım. Rusya bu santralı kendi parasıyla yapacak, sonra da üreteceği elektriği bu santralı Avrupa'da yapsa satabileceği fiyatın 2-3 katına bize satacak. Hem de en az 15 yıl alım garantisiyle hepimizi bağlamış bir şekilde...
Rusya gibi bir nükleer güçle böyle bir işe girişeceksiniz, sonra da ihalesiz, yarışmasız, şartnamesiz bir şekilde, kimseye sormadan, halkın tepkisini göz ardı ederek, sadece bir uluslararası anlaşma yasasını meclisten geçirerek, herhangi bir dış politika kararı gibi işi bitireceksiniz!
Türkiye devleti herhangi bir ülkeye anahtar teslim şeker fabrikası yaptırıyor mu? Nerede kaldı en kahraman serbest piyasa savunuculuğunuz? Nükleer santraldan başka hangi yatırım bu kadar gizlilik içinde, tepeden inme metodlarla bir dış politika aracı haline getiriliyor? Sanki bir askeri üs verir gibi, bir devlete stratejik kararlarla bir nükleer santral verildiği açık değil mi?... Hem de uzun yıllar boyunca hepimizin cebinden çıkacak paraları o devlete ödemeyi garanti ederek... Bu neyin heveskarlığıdır?
İran'a uranyum takasını Türkiye üzerinden yapmayı büyük bir diplomatik başarı olarak satmaya çalışanlara konuyu Rusya'ya yapılan bu satışla birlikte değerlendirmelerini öneririm. İlk akla gelen açıklama Türkiye'nin kolay yoldan yeni bir nükleer güç olma hevesinde olduğudur. Türkiye İsrail'in ve İran'ın ardından Ortadoğu'daki üçüncü nükleer güç olmaya mı çalışıyor? İsrail'i ve İran'ı örnek alarak mı ülkenizi barış denizinde yüzdüreceksiniz?
Nükleer santralla nükleer silah arasında kısa bir yol vardır. Bu kadar gözü kara bir şekilde, ne pahasına olursa olsun nükleer santral sahibi olmaya heveslenen, İran'ın nükleer teknoloji hakkını da bu kadar cansiperane savunan bir hükümetin zihninin geri planında hangi niyetlerin yattığını sorgulamak gerekir. (İran'ın sahip olduğu nükleer teknolojinin arkasında da Rusya'nın olması sadece bir tesadüf mü?)
Davutoğlu hayranı yazarlar bunu bir barış hamlesi olarak görüyorlar. Oysa soğuk savaş zamanından beri barış siyasetinin tek bir temel ilkesi vardır: Kendi sahip olduğun silah gücünü tek taraflı da olsa azaltmak, azaltmayı savunmak, karşındakini de buna zorlamak. Yani silahsızlanma...
Nükleer ve konvansiyonel silah kapasitesini arttırma niyetinin ve herkesin daha fazla silahlanma hakkını savunabilmenin adı barış siyaseti değil, caydırıcılık siyasetidir. Bu sefer ikiden fazla kutbu olan yeni bir soğuk savaşın taraflarından biri olarak mı barış ülkesi olacaksınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder