Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

29 Mayıs 2011

Anadolu ayakta

Bu yazı 29 Mayıs 2011 tarihli Radikal İki'de yayınlanmıştır.

"Verimli toprakları suyun altında bırakıp, çorak topraklara su taşımaya çalıştılar." Büyük Anadolu Yürüyüşü kervanlarından biri Çemişkezek taraflarından geçerken yürüyüşçüleri çadırında ağırlayan yaşlı bir göçer kadın böyle söylemiş. Anadolu’da yıllardır devam eden ve son birkaç yıldır dayanılmaz bir hal alan doğa yıkımını özetleyen izlenimlerden birisi bu. İnsanların yaşam alanlarını yok edip kentlere göç etmeye zorlamak, asıl değer kaynağı olan toprağı, suyu, ormanı ve canlı yaşamı öldürmek, sonra da insanları hasta eden bir yaşam biçimini dayatan ve doğayı daha da tahrip eden politikalarla ekonomiyi büyütmeye çalışmak. İşte yıkıcı endüstrileşme. Yaşam alanlarını atık barajlarından sızan zehirli sularla tehdit eden, güya elektrik üretmek için, ama aslında şirketleri zengin etmek uğruna vadileri kurutup suları tünellere hapseden, sadece insanların değil, bütün canlıların yaşam hakkını ihlal eden “dokunulamaz” kalkınma politikaları ya da...


Ama şimdi Anadolu’nun insanları, yaşadıkları yerleri kaybetmekte oldukları, kendi hayatlarını ve borçlu oldukları doğa ananın haklarını savunmak zorunda kaldıkları için ayaktalar. Yıllardır doğayı yok eden saldırılara karşı yüzlerce dava açan, toplantı üzerine toplantı yapan, eylemler, mitingler, yürüyüşler düzenleyen, platformlarda ve sivil toplum kuruluşlarında örgütlenen insanlar bir kez daha ayaktalar. Hem de Türkiye tarihinde daha önce görülmemiş bir biçim ve kararlılık içinde.

Büyük Anadolu Yürüyüşü kervanları Türkiye’de büyük medyanın ve her şeyi çok iyi bilen kanaat önderlerinin görmezden gelmesine, hükümetin polis gücünü devreye sokmasına ve kimi çevrelerin karalamalarına rağmen Ankara’ya dayandılar. Yüzlerce polis tarafından Ankara’nın kapısında durduruldular ve mücadeleleri yasa dışı ilan edildi. Buna rağmen Ankara’nın girişinde, Gölbaşı’nda, hayatı savunmak için direnmeye devam ediyorlar.
Büyük Anadolu Yürüyüşü kolay kolay göz ardı edilebilecek bir hareket değil. Yüzlerce insanın sadece kendi iradeleriyle ve kendi yaşam alanlarını savunma kararlılığıyla bu yıkımın sorumlusu olan hükümetin merkezine doğru yaptığı binlerce kilometrelik bir yürüyüşten bahsediyoruz.

Büyük Anadolu Yürüyüşü, toplam 10 farklı yürüyüş kervanından oluşuyordu. Doğu Karadeniz kervanı 2 Nisan’da Artvin’den, Batı Karadeniz kervanı 7 Nisan’da Ereğli’den, Güney Ege kervanı 9 Nisan’da Yuvarlakçay’dan, Mezopotamya kervanı 10 Nisan’da Hasankeyf’ten, Batı Akdeniz kervanı 12 Nisan’da Antalya’dan, Doğu Akdeniz kervanı 16 Nisan’da Antakya’dan, Ege kervanı 17 Nisan’da Seferihisar’dan, Trakya-Marmara kervanı 24 Nisan’da Edirne’den, Kuzey Ege kervanı 26 Nisan’da Altınoluk’tan ve İç Anadolu kervanı 5 Mayıs’ta Avanos’tan yola çıktı.

Tüm kervanlar 20 Mayıs Cuma günü Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde buluştular. Ve ertesi gün orada durduruldular. Yola ilk çıkan Doğu Karadeniz kervanı 49 gün, son çıkan İç Anadolu kervanı 16 gün boyunca Ankara’ya doğru aralıksız olarak yürüdü. Bazı kervanlar Ankara yakınlarında birleşmişti. Ama bu 10 ayrı kervanın yürüdüğü gün sayılarını ayrı ayrı hesaplayıp topladığımızda, Anadolu’nun toplam 343 yürüyüş günü süren bir “uzun yürüyüş” yaptığını söylememiz yanlış olmaz. Bu uzun yürüyüşe Türkiye’nin onlarca yöresinde yaşayan insanlar katıldı. Bazı yürüyüşçüler yürüyüşün başından sonuna kadar, bazıları birkaç gün ya da hafta boyunca, bazıları sadece destek olmak veya kendilerini mücadelenin bir parçası olarak hissetmek için kısa sürelerle yürüdüler. Bazı kervanlar küçük, bazıları 40-50 kişilik gruplar halinde sürdürüdüler yolculuklarını. Bazen de kentlerden geçerken veya yola çıkarken yüzlerce kişi oldular. Aralarında Anadolu’nun son göçerleri de vardı, çiftçiler ve öğrenciler de. Hatta bazıları develerle, atlarla birlikte yürüdüler. Ama hep yürüdüler.

Geçtikleri yerlerde insanlarla buluştular, konuştular, dertlerini, neden yürüdüklerini, neden bıçağın kemiğe dayandığını anlattılar. Kimsenin uğramadığı köylerden geçerken insanları dinlediler, doğaları ve yaşam alanları yok edilen insanların seslerini kervanlarına kattılar. Anadolu’nun dört bir yanında yaşayan insanlar yürüyüşçüleri ağırladılar, ekmeklerini paylaştılar, dayanıştılar. Yüzlerce yürüyüşçü yolculukları boyunca on binlerce insanla buluştu. Anadolu’da doğanın nasıl arsızca yağmalandığını, nasıl umursamazca yok edildiğini konuştular.

Bütün demokratik kuralları ve yasaları ihlal ederek yürüyüşçüleri Ankara’ya sokmayan hükümet, Anadolu’nun haklı taleplerinin kendi yıkıcı kalkınma politikaları için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlamış görünüyor. Ülkeyi yönetmekten sadece inşaat yapmayı, ağaç kesip, hafriyat dökmeyi, yol yapıp tüketimi arttırmayı anlayan bir hükümetin hiçbir tepkisini dikkate almadığı Anadolu halkının karşısına kanlı canlı gerçek insanlar olarak dikilmesinden ne kadar rahatsız olduğu ortada. Hem de sadece hayatlarını ve geleceklerini değil, aynı zamanda doğanın haklarını savunmak için yürüyen insanlar olarak. Onlar sadece doğayı yakıp yıkan nükleer ve termik santrallere, HES’lere, barajlara, altın madenlerine ve üçüncü köprülere karşı çıkmakla yetinmiyorlar. Manifestolarında şöyle diyorlar:

“Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanımayan tüketim alışkanlıklarımızı sürdürerek, doğayla birlikte kendimizi de yok edeceğiz ya da onunla uyumlu bir yaşamı seçeceğiz. Doğanın varoluşuna, binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış olan uygarlıklara, ait olduğumuz topluma ve gelecek nesillere karşı duyduğumuz vicdani sorumluluğun gereği olarak, biz ikincisini seçiyoruz. (...) Doğa kendi başına vardır ve insan onun sadece bir parçasıdır. Tek başına hiçbir canlının ihtiyacı, doğanın tahrip edilmesinin nedeni olamaz. ‘Sürdürülebilir kalkınma’, ‘koruma kullanma dengesi’, ‘üstün kamu yararı‘ gibi kavramlar doğanın sömürülmesi için gerekçe gösterilemez. (...) Varolan idari sistemin, taleplerimizi karşılayacağına dair inancımız kalmadığından; halk olarak bu gidişe dur diyor, parçası olduğumuz doğaanamızın haklarıyla birlikte kendi yaşam hakkımızı savunmak için ayağa kalkıyoruz.”

“Anadoluyu Vermeyeceğiz” diyerek ayağa kalkan Büyük Anadolu Yürüyüşü, Türkiye’nin 80’li yıllardan bu yana süren, Gökova’dan, Dalyan’dan, Aliağa’dan, Akkuyu’dan, Bergama’dan ve Karadeniz’in derelerinden geçerek bugüne gelen ekoloji hareketinin en önemli kilometre taşlarından biridir. Tabandan ve yeşil hareketin en önemli ilkesine uygun olarak “yerel insiyatiflerden” yükselen ekoloji mücadelesinin taze ve inatçı bir örneğiyle karşı karşıyayız. Ekolojist ve bence dört dörtlük bir manifestonun birleştirdiği, gerçek insanlarla...

Şunu da eklemek gerek. Bu yolculuk boyunca hayatlarını ortaya koyup yollara dökülen insanlara ders vermeye, onları saçma sapan suçlamalara karalamaya, mücadelelerini önemsizleştirmeye çalışan, aslında yoldaşları olması gereken, ama dayanışmak yerine kendi politikalarını dayatmaya çalışan gruplar da oldu. Ama onlar yollarına devam ettiler. Yürüyüşçülerden birinin Yeşil Gazete’de yazdığı cümleleri tekrar ederek söylersek “şunu gösterdiler ki, hiçbir mücadele kimsenin tekelinde değil”...

Şimdi artık hepimiz onları görmek, sözlerine kulak vermek zorundayız. Bu mücadeleyi görmezden gelmek de, en az desteklemek kadar politiktir.

* Yeşiller Partisi Eşsözcüsü





Hiç yorum yok: