Bu yazı 4 Şubat 2003 tarihli Bianet'te yayınlanmıştır.
Ümit ŞahinFilistin sorunu artık intihar saldırıları dışında gündemi meşgul edemiyor belki, ama ne silahlar susuyor, ne de Filistin kent ve köylerinin çevresindeki kuşatmada bir gevşeme görülüyor.
Şiddetin günlük yaşamda nasıl ciddi bir yer edindiğini daha Tel Aviv'de, abartılı güvenlik önlemlerini, insanların tedirginliğini ve sokaklardaki silah yoğunluğunu gördüğünüzde hissetmeye başlıyorsunuz.
Bir de Filistin topraklarında yolculuk yapmaya başlarsanız o kadar çok tel örgüyle, beton yol engeliyle, tankla ve gözetleme kulesiyle karşılaşıyorsunuz ki, bir süre sonra burada şiddetin hayatın tam içinde olduğunu anlıyorsunuz -tek bir silah patlamadığında bile.
Türk Tabipleri Birliği heyeti* olarak Ocak ayı başlarında Filistin'e yaptığımız gezinin amacı bu sürekli şiddet ortamından sağlık hizmetlerinin, sağlık çalışanlarının ve halk sağlığının nasıl etkilendiğini gözlemlemek ve bu toprakların hem İsrail, hem de Filistin tarafında yaşayan ve havadaki tüm bu ağırlığa rağmen iyi hekimlik yapmayı sürdüren meslektaşlarımızla olan dayanışmamızı göstermekti.
En çok ambulans şoförleri ve hastaneler
Tıp boyutundan baktığımız zaman edindiğimiz izlenimler içinde belki de en çarpıcı olanı bu şiddet ortamında sivil halk kadar, yani hastalar ve yaralılar kadar sağlık hizmetlerinin de; hekimlerin, hemşirelerin, ambulans şoförlerinin ve hastanelerin de yara aldığıydı.
Filistin Sağlık Bakanlığı ve Filistin Kızılayı kaynaklarına göre Eylül 2000'de başlayan, yani neredeyse iki buçuk yıldır devam eden ikinci Filistin intifadası boyunca yaralıları almaya giderken, yaralı bir çocuğu yada doğum yapmak üzere olan bir kadını yada kalp krizi geçiren bir hastayı hastaneye taşırken, yani görevini yaparken İsrail askerleri tarafından kurşunlanarak, taranarak yada füze saldırısına uğrayarak durdurulan ambulans sayısının 335 olduğu söyleniyor.
Bunların 35'inin kullanılmayacak derecede tahrip olduğu da ekleniyor ki, bizim de kullanılmaz hale gelmiş bu ambulansların bazılarını Ramallah'ta bulunan Filistin Kızılay Merkezinde görme ve görüntüleme fırsatımız oldu. Bazılarının şoför tarafındaki kapısında bir koca mermi yada roket deliği, bazısının kaputu yamyassı olmuş, yada kapısı havaya uçmuş halde.
İki parçalı Filistin'den çok parçalısına
Ambulanslar her zaman saldırıya uğramasalar bile her zaman durduruluyorlar. Bunun ne demek olduğunu anlamak için Filistin coğrafyasının neye benzediğini bilmek gerekiyor. Zaten Batı Şeria ve Gazze Şeridi olmak üzere -en az- iki parçaya bölünmüş olan Filistin toprakları İsrail'in 2001'de tüm Filistin'i yeniden işgal etmesiyle neredeyse yüzlerce parçaya bölünmüş durumda.
Bu şu anlama geliyor: Siz Filistin adında bir ülkede yaşadığınızı düşünüyorsunuz, ama aslında yaşadığınız coğrafya İsrail topraklarının içinde dağılmış ve hiçbir fiziksel bağlantısı bulunmayan adacıklardan ibaret - elbette işgal nedeniyle.
Yaşadığınız bir kasaba yada köyden size en yakın kentin hastanesine ulaşmak için, yada bir kentten bir diğerine hasta taşımak için en az iki İsrail askeri kontrol noktasından geçmeniz gerek. Araçların bu noktalarda kimi zaman saatlerce bekletildikleri ve tepeden tırnağa arandıkları söyleniyor.
Ambulans beklemesi en az yarım saat
Üstelik kimi zaman birbirine diyelim 15-20 dakika uzaklıktaki iki yerleşim yerinin arasındaki mesafe, yolların İsrail yerleşim yerlerinin güvenliği gerekçesiyle Filistinlilere kapatılması ve dolambaçlı yollar kullanmak zorunda kalmanız nedeniyle birkaç saatte alınabiliyor.
Her zaman geçiş üstünlüğüne ve hızlı gitme hakkına sahip ambulansların (ve hasta taşıyan diğer araçların) fazla bir ayrıcalığı olmadığını söylemeye gerek var mı? Bir ambulansın aranması -içinde bir yaralı yada hasta bile olsa- en az yarım saat sürüyor. Buna bekleme süresi dahil değil.
Bu zor şartlar Filistinlileri bazı yaratıcı çözümler geliştirmeye zorlamış. Kullanılan yöntemlerden biri hastanenin yada Kızılay'ın aranarak ambulansın çağırılması, hastanın özel bir araçla kontrol noktasına kadar getirilmesi ve hastanın kontrol noktasından yürütülerek yada taşınarak geçirilmesi ve öbür tarafta bekleyen ambulansa bindirilmesi.
Böylece hiç olmazsa ambulansın aranması sırasında kaybedilecek zamandan tasarruf edilmiş olunuyor. Ama askeri bir noktadan, tanklar ve siperler arasından bir hastanın taşınması kolay olmasa gerek. Tel Aviv'de görüştüğümüz Physicians for Human Rights of Israel (İsrail İnsan Hakları için Hekimler) örgütü çalışanları bize durumun zorluğunu anlatmak için "Filistinlilerin önceden planlamadan kalp krizi geçirme hakları yok" diyorlar. Çünkü önceden İsrail makamlarıyla görüşüp ambulans geçişini ayarlamanız isteniyor.
48 kadın kontrol noktasında doğurdu
Önceden planlamakta zorluk çekeceğiniz durumlardan biri de doğum sancısı elbette. Hamile bir kadının doğurmak için hastaneye gitmeye kalkmak için doğum sancılarının başlamasını beklediğini düşünün, ki genelde böyle olur! Ambulansınız yine durduruluyor, yine bekletiliyor ve yine aranıyor. Son iki buçuk yılda bu bekletmeler sırasında kontrol noktalarında doğum yapan kadın sayısını 48 olarak veriyor
Filistin Sağlık Bakanlığı. Bu doğumlarda ölen bebek sayısı da normalin çok üstünde kuşkusuz. Bu nedenle artık bazı yerlerde kadınların evde doğum yapması özendirilmeye başlanmış. Hastanelere ulaşamadıkları yada bunu hiç denemedikleri için evde doğum yapan kadın sayısının büyük bir hızla artması nedeniyle ev doğumlarının oranı bir yıl içinde yüzde 5'ten yüzde 29'a fırlamış.
2001 yılı rakamlarıyla doğumların yüzde 95'inin hastanelerde yapılıyor olmasının Filistin gibi bir orta doğu ülkesi için ne kadar müthiş bir rakam olduğunu ve şimdi bu durumun terse dönmesinin komplikasyonlu doğumları ve bebek ve anne ölümlerini ne kadar arttıracağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor.
Kızamık, boğmaca, çocuk felci
Sağlık ekiplerinin hareketinin engellenmesi gezici ekiplerin ev ziyaretleri yapması yoluyla verilen sağlık hizmetlerini de olumsuz etkiliyor. Örneğin, . 2001'de kızamık, boğmaca, verem, çocuk felci gibi hastalıklara karşı yapılan aşılamaların kapsayıcılığının yüzde 98'lere çıktığını, hatta yıllardır ülkede yeni bir çocuk felci vakasına rastlanmadığını görüp Filistinli sağlıkçılar adına gururlanıyorsunuz.
Ama bu yıl aşılama ekiplerinin bile ancak Birleşmiş Milletler, UNİCEF vb. uluslararası örgütlerin araçlarının eşliğinde kontrol noktalarını geçebiliyor oldukları gerçeği önümüzdeki günlerde yayımlanacak yeni raporlarda nasıl bir sonuçla karşılaşılacağı, yada gelecek yıllarda ne gibi salgınlar çıkabileceği konusunda kaygı doğuruyor.
Hastaneleri de vururlar
Sağlık çalışanlarının görevlerini yapmalarının ne derece zorlaştığını söylerken vereceğimiz tek örnek vurulan ambulanslar ve engellenen sağlık ekipleri de değil ne yazık ki. Çoğu görev sırasında yada görev yerlerine ulaşmaya çalışırken olmak üzere vurulan ve ölen sağlıkçı sayısı da çarpıcı düzeyde. Son iki buçuk yılda 415 sağlıkçının yaralandığı ve 5'i hekim olmak üzere 22 sağlıkçının öldürüldüğü söyleniyor.
Hastaneler de bu saldırılardan bağışık değil. Son bir yıl içinde yedi kez silahlı saldırıya uğrayan Nasır hastanesinin duvarında gördüğümüz mermi deliklerinin yaklaşık 500 metre uzaklıkta bulunan İsrail yerleşimindeki askeri kontrol kulelerinden yapılan atışlarla oluştuğuna inanmak zor.
Ama hastanenin bulunduğu Khan Younis mülteci kampının uç kesimlerine ve İsrail yerleşimine yakın bir noktaya kadar gidip Filistinlilerin "silah asansörü" dedikleri kuleleri görünce -şaşkınlığınızı atabilirseniz- bu kulelerin değil hastaneyi, yakında uçan bir sineği bile vurabilecek bir silah düzeneğiyle donatılmış olduğunu kavrayabiliyorsunuz. Filistinliler son iki buçuk yılda hastanelere yapılan saldırı sayısının en az 235 olduğunu, hatta Ramallah hastanesinin kuşatılması sırasında cesetlerin hastane bahçesine gömülmek zorunda kaldığını anlatıyorlar.
Tıbbi tarafsızlık nerede?
Bütün bu "silahlı" hikayelerin ötesinde bir de intifada başladıktan sonra işsizliğin yüzde 70'lere tırmandığı, halkın yüzde 80'inin yoksulluk sınırında yaşadığı, nüfusun neredeyse yarısının 15 yaşın altında olduğu bir ülkeden söz ettiğimizi hatırlamak gerek. Yetersiz beslenme, çevrenin tahribi ve su kaynaklarına bile el konmuş olması Filistinlilerin yaşam koşullarını iyice ağırlaştırıyor, halk sağlığı tehdit altına giriyor.
Biz, TTB'li hekimler olarak birkaç noktanın altını çizmek gerektiğini düşünüyoruz. En başta da en temel insan haklarından biri olan seyahat özgürlüğünün ablukalar, sokağa çıkma yasakları ve kontrol noktalarındaki eziyetle ihlal edilmesinin aslında bir başka temel insan hakkını, sağlık hakkına ulaşmanın koşullarını da ortadan kaldırdığı gerçeğinin.
Bu durum hekimlerin ve diğer sağlıkçıların görevlerini yapmalarının filen engellendiği daha doğrudan saldırılar da göz önüne alındığında en ağır savaş koşullarında bile ayrı tutulması, korunması gereken sağlık hizmetlerinin bile askeri hedef gibi görüldüğü gerçeği ortaya çıkıyor. Öte yandan fiziksel olarak bu kadar birbirinden koparılmış yerleşimlerden oluşan bir ülkede koordine bir sağlık hizmetinin üretilemeyeceği de ortada.
Ayrımsız sağlık hizmetine saygı
Hekimler tıbbi bakıma ihtiyaç duyan her kim ve şartlar ne olursa olsun ayrımsız sağlık hizmeti vermek zorundadırlar. Neyse ki meslektaşlarımızın çoğunun, hem Filistin hem de İsrail tarafında bu duyarlığı koruduklarına tanık olduk.
Tabii tüm diğer taraflar, ki bunlara hükümetler ve ordular da dahil, tüm uluslararası sözleşmelerin de vurguladığı gibi sağlıkçıların bu "her koşulda" hayat kurtarma görevlerine saygı göstermek ve gerekli ortamı sağlamak zorundalar.
Ambulansların bekletildiği, hastanelerin tarandığı, sağlıkçıların öldürüldüğü, sağlık ekiplerinin dolaşmasının engellendiği bir ortamda bu saygının gösterildiğini, tıbbi tarafsızlığın korunması için gerekli ortamın sağlandığını söylemekse çok güç. Bu durum sağlık hizmetlerinin verilmesinin fiilen engellenmesi anlamına geliyor, ki bu da en ağır savaş suçlarından biri olsa gerek.
Barış umudu
Bir haftalık İsrail-Filistin gezisinde edindiğimiz izlenimlerden biri gelecek için umut veriyor. Her şeyin çıkmaza girdiğini, barış umudunun yok olduğunu düşündüren bu ortamda hem İsrail hem de Filistin halklarının aslında barışı ne kadar çok özlediği gerçeği bu.
Yaratılan bu karmaşayla çelişik de olsa, her iki halkın, sesleri sayılarından çok çıkan aşırı uçlar dışında, birbirlerinin varlığını artık büyük ölçüde kabullendiklerini, hatta yan yana yaşamaya çoktan alışmış olduklarını görmek, bugün olanaksız gibi görünen barışın belki de yakın gelecekte fazlasıyla mümkün olduğunu gösteriyor.
İki halkın da iradelerini ortaya koyarak kendi önlerinde yarattıkları engellerden kurtulmaları ilk adım olacak. Tabii ondan da önce, savaş sırasında bile insan olarak kalmayı becerebilmek gerekiyor. (ÜŞ/NM)
* Fotoğraflar: Dr. Ümit Biçer
* 6-12 Ocak 2003 tarihlerinde Filistin yönetiminin ve İsrail Tabipler Birliği'nin davetlisi olarak İsrail-Filistin gezisini yapan Türk Tabipleri Birliği heyeti TTB Merkez Konsey ikinci başkanı Dr. Metin Bakkalcı, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ve Adli Tıp Uzmanları Derneği başkanı Doç. Dr. Ümit Biçer ve halk sağlığı uzmanı ve Çevre İçin Hekimler Derneği başkanı Dr. Ümit Şahin'den oluşuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder