Bu yazı Birgün gazetesinin 12 Ocak 2007 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Ümit Şahin
Irak’ın işgalinden yaklaşık dört yıl, Saddam Hüseyin’in asılmasından birkaç gün sonra, ABD ve İngiltere’nin Irak petrollerini paylaşma planı basına sızdı. Irak’ta asıl paylaşılamayanın petrol olduğu artık neredeyse resmi olarak ortaya çıktığına göre, derin siyasi analizler yapmadan da bazı gerçeklerin birbiriyle olan ilişkisini tartışabiliriz.
Bundan tam 35 yıl önce, “Büyümenin Sınırları” isimli rapor endüstriyel kalkınma çağının karaya oturduğunu açıkladığında daha Vietnam savaşı sürüyordu. Endüstriyel kalkınmanın, yarattığı diğer ekolojik krizler, yoksulluk ve savaşlar bir yana, sadece kaynakların tükenmek üzere olmasından dolayı bile sürdürülebilir olmadığı artık ortadaydı. Artık doğanın, emeğin ve yoksul ülkelerin sömürülmesi yoluyla kurulmuş bu sistem ya en ince noktasından koparak dağılacak, ya da kendini korumak için doğayı daha fazla sömürecek ve kıtlaşan kaynakları kendi elinde tutmayı garanti altına almak için yeni savaşlar yaratacaktı. Sistem elbette kendi rasyonelliği içinde davrandı ve ikinci yolu seçti. Direnenlerin hikayesini biliyoruz. Direnişi kırmak için sistemin ürettiği “sürdürülebilir kalkınma” gibi süslü oyuncakların hikayesi ise bir başka yazının konusu.
Bugün Irak’ta iç savaş şiddetlendikçe, petrol şirketlerinin planları daha açık hale gelmeye ve pervasızlaşmaya başlıyor. Bir yandan da küresel ısınma kimsenin beklemediği kadar hızlanan bir sarmala girmiş, gezegenin iliğini kurutmaya başlamış durumda. Peki küresel ısınmanın giderek şiddetlenmesiyle Irak petrollerinin ABD ve İngiltere’nin petrol devleri tarafından gözümüzün içine baka baka yağmalanması arasında bir bağ yok mu?
Küresel ısınmanın varlığı ve tek sorumlusunun insan etkinlikleri (daha doğrusu petrol ve kömür gibi fosil yakıtların yakılması) olduğu tüm dünya ülkelerinin konuyla ilgili ortak bilimsel kuruluşu IPCC tarafından kabul edileli 10 yıl oluyor. Bilim çevrelerinin bu fikirde ısrar etmeye başlamalarının üzerinden ise en az 25 yıl geçti. Kimsenin küresel ısınmayı inkar edemediği bu noktaya gelişimiz en aşağı çeyrek yüzyıl aldığına göre, bu gecikmenin (geciktirmenin ya da) bir sorumlusu olmalı: George Monbiot’un “İnkar Sektörü” dediği bu dev kampanya kimlerin ürünü dersiniz?
Her yıl milyonlarca doları, küresel ısınmayla ilgili bilimsel gerçekleri bulandırmak (1) ve çelişkili gibi görünen sonuçları çarpıtarak her yerde karşımıza çıkarmak için yapılan propaganda çalışmalarına harcayan bu kuruluşların finans kaynakları gayet tanıdık: İnkar sektörünün en büyük sponsoru olan dünyanın bir numaralı petrol devi ExxonMobil’in sadece 1998-2005 arasında bu işe yatırdığı paranın en az 16 milyon dolar olduğu biliniyor (şirketin yıllık kârı 40 milyar doları bulduğuna göre, bu “yatırım” devede kulak tabii). ExxonMobil daha geçen hafta küresel ısınma konusundaki pozisyonunu değiştirmediğini, ama söylemini “yumuşatacağını” kamuoyuna açıkladı; demek ki bu paralar harcanmaya devam edecek.
İklim inkârcılarını (iklim şüphecileri demek hafif kalıyor) beslemek konusunda ExxonMobil’e eşlik edenler arasında Shell, BP (bir yandan da sözümona küresel ısınmayı önleyecek alternatif enerji yatırımlarını desteklemeye başlayan, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı kahramanı şirket yani), Amerikan Madenciler Birliği, General Electric, otomotiv şirketleri, diğer kömürcüler, petrokimyacılar ve sanayiciler de bulunuyor. En nihayet açıklanan Irak petrolü paylaşım planında aslan payını alacak isimler da ne tesadüftür ki aynı: ExxonMobil, Shell, BP ve diğer petrol devleri.
Bütün bunlar ne anlama geliyor peki?
1- Petrol rezervleri azalıyor. Oysa endüstriyel tüketim toplumları yaşam ve tüketim standartlarını, dev kapitalist şirketler kârlarını, ABD ve diğer kapitalist Batı devletleri küresel düzeydeki egemenliklerini korumak için hala neredeyse tamamen petrole bağımlılar.
2- Mevcut sistem ucuz petrol üzerine kurulu. Irak petrollerini “30 yıllığına” kendi şirketlerine bağışlayan ABD ve İngiltere hükümetlerinin planı, ucuz petrol çağının kendi kontrolları altında en az bir 30 yıl daha devam etmesi. Böylece atmosfere karbondioksit salınımının daha düşük bir seviyeye inmemesini de, en az bir 30 yıl için daha garantiye almayı kafalarına koyduklarını göstermiş oluyorlar.
3- ABD ve müttefiklerinin, petrol kaynaklarının kontrolü uğruna daha nice savaşları göze alabilecek oldukları açık bir gerçek. Petrol savaşlarını mümkün kılacak türlü çeşitli ideolojik, etnik, dinsel, mezhepsel gerekçelerin üretilmeye devam edileceği de açık.
4- Bir yandan Irak gibi petrol zengini toprakları cehenneme çevirenler, bir yandan da yeni kuyular açmaya, hatta küresel ısınmadan dolayı erimeye başlayan buzulların bile altını üstüne getirmeye hazırlanıyorlar. George W. Bush, daha iki gün önce Alaska’da 5,6 milyon hektarlık bir körfezi petrol çıkarılması için açtıklarını açıkladı.
5- Küresel ısınma bu karbon egemenleri için, gezegeni yaşanmaz hale getirecek olması nedeniyle değil, petrole dayalı endüstriyel sistemin sürdürülebilirliği açısından bir tehdit oluşturduğu için önem taşıyor, bu yüzden inkar sektörünü desteklemeyi ellerinden geldiği kadar sürdürecekler. Küresel ısınmayı veya etkilerini durdurmak petrol şirketlerinin ve destekledikleri hükümetlerin umurlarında değil; ama küresel ısınmanın etkilerinin farkedilmesini önlemeyi giderek daha fazla önemseyecekleri görülüyor.
Wolfgang Sachs’ın şu sözleri küresel ısınmayı da, Ortadoğu ve Asya’daki savaşları da anlamak için önemini koruyor: “İklim değişikliği kendi kendine ortaya çıkmış bir şey değil. İklim değişikliği işin atık boyutu, Irak savaşı ise kaynak boyutu. İklim değişikliği fosil yakıtların atık deposunun taşmasından kaynaklanıyor, Irak savaşı ise fosil yakıt kaynaklarının kıtlaşmasından.”(2)
Petrole dayalı endüstriyalist sistemi sorgulamak için daha kaç derecelik sıcaklık artışına ve bombalarla cehenneme çevrilecek kaç ülkeye ihtiyacımız var? Irak’ta ölen 650 bin insan ve sıcak dalgalarında, kasırgalarda, sellerde ölen yüzbinler aynı cinayetin kurbanları.
(1) En iyi bilinen çarpıtmalara bir iki örnek: “Aslında küresel ısınma değil küresel soğuma olacakmış.” “Buzullar erimiyormuş, hatta birçok yerde yeni buzullar oluşuyormuş.” “Karbondioksiti iklimi değiştiren etkenler arasında saymaya değmezmiş, asıl önemli olan su buharıymış.” Vesaire...
(2) Wolfgang Sachs ile Söyleşi, Ümit Şahin, Üç Ekoloji, Sayı 3, Ekim 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder