Bu yazı Birgün gazetesinin 3 Kasım 2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
Ümit Şahin
İklim değişikliği ile Türkiye’yi yan yana düşünmek konusunda yıllarca yanıldık. İlk yanılgımız Türkiye’nin endüstrileşmiş ülkeler gibi dikkate değer miktarda sera gazı üretmediği ve sorumluluğunun ABD ve diğer Batı ülkelerine kıyasla çok az olduğuydu. Türkiye’nin bu yıl yayımladığı sera gazı envanteri ve geçtiğimiz gün yayımlanan BM raporu bu efsaneyi yıkmış bulunuyor. Şimdi biliyoruz ki Türkiye dünyada sera gazı emisyonlarını en hızlı arttıran ülke. Türkiye hızla artan kalabalık nüfusunun ve petrol, kömür ve doğalgazdan başka enerji kaynağı tanımayan politik öngörüsüzlüğünün etkisiyle muhtemelen birkaç yıl içinde Avrupa’nın da en fazla sera gazı üreten ülkelerinden biri haline gelecek.
İkinci yanılgımız Türkiye’nin ılıman iklim kuşağında bulunduğu için tropik bölgeler ve kutuplara yakın yerler gibi uç iklim bölgelerine göre iklim değişikliğinden çok daha geç etkileneceğiydi. Bu efsane de son bir yıldır ardı ardına beliren dehşet verici bulgularla yıkılmaya başladı. Ülkeler ve bölgeler iklim değişikliğinden değişik şekillerde zarar görebilir. Deniz seviyelerinin yükselmesiyle ve artan sel baskınlarıyla sular altında kalacak adalar ve Bangladeş gibi deniz seviyesinin altındaki ülkeler, kasırgalar ve sıcak dalgaları gibi aşırı iklim olayları nedeniyle tehdit altında bulunan yerler gibi... Ortadoğu ve Akdeniz havzasındaki ılıman ve yarı tropikal ülkeler de iklim değişikliğinden çok acı bir şekilde etkileniyorlar: Kuraklık ve susuzlukla. Önce Türkiye’de son bir yıldır ortaya çıkan küresel ısınmadan kaynaklandığı açık bazı bulgulara göz atalım:
- Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü’nün 651 kilometrekare olan alanı 500 kilometrekareye, derinlik yer yer 1 metrenin altına düştü. Göller Bölgesi yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlıyor.
- Konya’da bulunan 350 kilometrekarelik Akşehir Gölü tamamen kurudu. Balıkçılık ve kamışçılıkla geçinen 1500 ailenin geçim kaynağı ortadan kalktı. Göle artık kuşlar uğramıyor. Akşehir Tarım İlçe Müdürü Bahri Karaman, eskiden Temmuz ayına kadar zirvelerinde kar bulunan ve Akşehir Gölü’nü besleyen çayların doğduğu Sultandağları'nda birkaç yıldır kış aylarında bile kar görmediklerini söylüyor.
- Tuz Gölü’nün 2600 kilometrekarelik alanı yarıya indi.
- Konya havzasında yeraltı sularının kuruması ile yaşanan çökmeler nedeniyle oluşan obrukların sayısı artıyor.
- Suları 40 metre kadar çekilen Bafa Gölü’nde balıklar ölmeye, kuşlar gölü terketmeye başladı.
- Van Gölü’nde su seviyeleri 1995’den bu yana düşüyor.
- Türkiye’nin dağ buzulları büyük bir hızla eriyor. Buzulların ortadan kalkması ve yağışların kardan yağmura dönmesi yeraltı sularının ve ırmakların su ile beslenmesini azaltıyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bundan iki ay önce sekiz aylık su stokları kaldığını ve kuraklık devam ederse üç ay içinde su kesintilerinin başlayacağını açıkladığını da hatırlayalım.
Bütün bunlar küresel ısınmanın Türkiye için kuraklık ve susuzluk demek olduğunu, o günlerin de uzun yıllar sonra gelmeyeceğini ve aslında bugün başladığını gösteriyor. Kuraklık, tarımsal üretimi etkileyecek, Türkiye’nin bir su ve gıda sıkıntısı içine girmesine neden olup ekonomik yıkımlara yol açabilecek. İklim değişikliğinin sadece kutuplardaki buzulların deniz seviyelerinin yükselmesine neden olacak şekilde erimesi olduğunu düşünmek, kutup ayıları ve Eskimolar için üzülmek, senaryolarla oyalanmak için artık çok geç. Dünyanın en yaşamsal sorunu olan küresel ısınma Türkiye’yi kurutuyor, ama biz hala küresel ısınmanın hayatlarımızı bu kadar yakın ve doğrudan etkilemeye başladığını kabul etmek istemiyor ve “büyük kıyameti” bekliyoruz.
Çözüm için adım atmak, önce bu durumun bilimsel olarak ortaya konmasıyla mümkün. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri, Tarım Bakanlığı, ilgili meslek odaları, çiftçi sendikaları, ilgili sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler bir araya gelerek en kısa zamanda küresel iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki bu yıkıcı etkilerini verilere dayalı ve bilimsel olarak ortaya koymak, kapsamlı raporlar hazırlamak zorundalar. Yakın zamana kadar küresel ısınmaya “uyumdan” sözetmek, bu ekolojik felaketi durdurmaktan vazgeçmek olarak görülüp kınanırdı. Oysa şu anda dünyanın en saygın kuruluşları, küresel ısınmayı durdurmanın yanı sıra ciddi adaptasyon projeleri de geliştiriyorlar. Türkiye de hem küresel ısınmadaki payını azaltacak önlemleri almak, bunun için de öncelikle Kyoto Protokolü’ne taraf olmak, hem de yaşanan büyük kuraklığa, tarımsal üretimin zarar görmesine, kentlerin aynı anda hem susuzlukla hem de sellerle boğuşacak olmasına karşı adaptasyon stratejileri geliştirmek zorunda. Tabii bunun için önce başımızı kumdan çıkarıp küresel ısınmanın ülkemizi nasıl kavurmaya başladığını görmemiz gerekiyor.
Küresel ısınma kader değil, kıyametin falan kopacağı da yok. Ama önümüzdeki yıllarda yaşam giderek zorlaşacak, dünya bu kez belki de iklim değişikliğinden kaynaklanan yeni ekonomik krizlerle boğuşacak. Şimdi insanların yarattığı bu yıkımı yine insanların durdurabileceğini, bunun da ancak politik mücadeleyle olacağını farketmemiz gerekiyor. Küresel ısınma bir çevre sorunu değil, çağımızın en önemli politik sorunu çünkü.
Bir yerden başlamak için önce meydanları doldurup sorunun farkında olduğumuzu, yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıktığımızı gösterebiliriz. 4 Kasım’da Kadıköy meydanında, 45 ülkenin insanlarıyla aynı anda küresel ısınmayı durdurmak için kararlı olduğumuzu gösterebiliriz. Kaderci olmadığımızı da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder