Bu yazı 31 Ocak 2009 tarihli Günlük gazetesinde yayınlanmıştır.
Yerel seçimler yaklaşırken, siyasi partilerin büyük kısmının ortak bir yaklaşıma sahip olduğu görülüyor. Bu da 29 Mart seçimlerini bir yerel yönetim seçimi olmaktan çıkarmak. İktidar partisi AKP, önümüzdeki seçimi iktidarını sağlamlaştırmak ve yaygınlaştırmak için kullanma derdinde. Bunun için de muhalif partilerin güçlü olduğu İzmir, Diyarbakır gibi belediyeleri ele geçirmeyi öncelikli hedefi olarak belirlemiş durumda. AKP’nin en önemli amacı da DTP’nin elindeki yerel yönetimleri alarak Kürt sorununa yönelik bir mesaj vermek. Yani Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde AKP’nin birinci parti olmasını sağlayarak buralarda hem “devlet” politikalarını yerelden müdahale ederek hayata geçirmek, hem de bu “devlet politikalarını” AKP’nin belirlemesini veya en azından aktif olarak etkilemesini sağlamak.
CHP ise lideri Deniz Baykal’ın ağzından bunun bir yerel seçim değil, genel seçim olduğunu açıkça ilan etti bile. Demek istedikleri açık: AKP yerel seçimlerde 22 Temmuz’daki oy seviyesini koruyamaz ve 1-2 puan bile olsa geriye düşerse, CHP bunu AKP’nin yenilgisi olarak ilan edecek. Hele bir de önemli bir-iki belediye AKP’den CHP’ye geçerse, seçim sonuçlarını CHP’nin zaferi olarak sunmayı hayal ediyor olabilirler. CHP gerçek anlamda “yönetme” perspektifiyle politika yapmadığı ve uzun yıllardır seçimleri ya rejim meselesine ya da güvenoyuna dönüştürmeyi benimsediği için bu strateji şaşırtıcı değil.
DTP ise yerel yönetim deneyimi olan partiler arasında yerel perspektife en fazla sahip olan parti olmakla birlikte, kendisine karşı açılan bu neredeyse “birleşik” kampanya nedeniyle savunmaya geçmiş ve bu seçimlerde alacağı oy ve belediye sayısıyla Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerdeki ağırlığının sürdüğünü kanıtlamaya kilitlenmiş durumda.
Geriye solun yerel seçimlere yönelik olarak çeşitli yerlerde oluşturduğu ortak platform girişimleri kalıyor. Bu girişimlerin ortaya çıkış biçimlerine ve bildirgelerin bazılarına bakıldığında, yerel yönetimlere ilişkin görüşlerin arka sıralara itildiği görülüyor. Ekonomik krizden kapitalizm eleştirisine, türlü çeşitli rejim tahlillerinden Filistin meselesine kadar “büyük politikaya” dair her konu ön sıralarda yer alırken, somut yerel yönetim politikaları, sırası geldiğinde ve oldukça “yukarıdan” bir dille sıralanıyor. Bu da solun yerelde ve genelde nasıl bir politika yapma tahayyülü olduğunun elle tutulur bir örneği.
Oysa önümüzde, yaşadığımız kentleri ve kasabaları tam dört yıl boyunca yönetecek olan yerel yönetimlerin belirleneceği “yerel seçimler” var! Önümüzdeki dört yıl boyunca olur olmaz imar planlarını onaylayacak, kentlerin ortasına köprülü kavşaklar yapacak, otomobil sektörünü güçlendirmeyi amaçlayan yeni yollar inşa edecek, gerekli gereksiz kaldırımları yenileyecek, yaşadıkları mahalleleri yoksulların başlarına yıkacak, millete zorla sevimsiz toplu konutlar dayatacak, suyu, gazı ve fırsatını bulursa havayı satacak, İller Bankası’ndan gelen kaynakları, topladıkları emlak vergilerini ve kamu hizmeti olmaktan çıkarıp ticarileştirdikleri belediye hizmetlerinden kazandıkları paraları yandaş ve akrabalarına akıtacak olan yerel yönetimler önümüzdeki 29 Mart’ta seçilecek.
Aslında yerel seçimlere bakışınızı demokrasiye olan bakışınız belirliyor. Solun ortak ve doğru tutumu, yerel yönetimlerde halkın katılımını sağlayacak halk meclislerine ve benzeri yapılara yapılan vurgu. Bu anlamda yerelde halkın karar süreçlerine dahil edilmesini ve yerel yönetim kadrolarının belediyeleri küresel ve ulusal sermayeye hizmet etmek üzere değil, halkın basit ve haklı taleplerine yönelik olarak yönetmesini istemek son derece önemli. Ama yerel seçimlerin aynı zamanda nasıl bir yerel demokrasi istediğimizin ve hangi somut politikaların hayata geçirilmesini talep ettiğimizin öncelikli ve detaylı bir şekilde vurgulandığı bir zemin olması gerektiğini unutmamak gerek.
Gerçek demokrasi yerelden başlar. Mümkün olan en küçük yerleşim yerinde, yöneten-yönetilen ayrımının olmadığı doğrudan demokrasi zemininde yükselen, daha büyük ölçekte de halkın özgür seçimlerle seçtiği temsilcilerin bu zeminle sürekli ve dolaysız bir ilişki içinde olduğu bir yerel demokrasiyi hedeflemek zorundayız. Ancak bu düzeyde bir yerel demokrasi, farklı yaşam biçimlerini, farklı inanç, dil ve kültürleri, farklı ihtiyaç ve öncelikleri bir arada barındırabilecek bir çeşitliliği korumayı ve yerel politikaları bu çeşitliliğe dayandırmayı başarabilir. Bu düzeyde bir yerel demokrasi, yerleşim hakkına, yolları kullanım özgürlüğüne ve temel ihtiyaçlara yönelik hizmetlerde otomotiv ve inşaat sanayinin, maden ve su şirketlerinin ya da belli bir partinin yandaşlarının çıkarlarının kollanmasını imkansız kılar.
Ama böyle bir yerel demokrasiyi isterken, aynı zamanda temel belediye hizmetlerinin ötesinde, halkın yerel yönetimlere nasıl katılacağının ve hayatının nasıl değişeceğinin de tartışılması, dahası hayal edilmesi gerekiyor. Bisiklet yollarından, yaya bölgelerinden, musluktan akan suyu içebilmekten, engellilere istihdam sağlamaktan, yollara rampalar koymaktan, organik tarımdan ve semt pazarlarından bahsetmek önemsiz politik detaylarla uğraşmak değildir. Tam tersine gerçek demokrasi, bu son derece radikal yerel politika değişikliklerinin talep edilebilmesinde yatıyor.
Yerel yönetim politikalarını tartışırken, önceliği klişelerle örülmüş sistem eleştirilerinden, mahalle düzeyinde, hayatın içinden ve somut yerel politika önerilerine doğru kaydırmak ve artık bunları küçümsemeyi bırakmak zorundayız. Seçimlerin ve demokrasinin bir işe yaramadığı konusunda gelişen haklı kuşkuları ve “bu düzen böyle sürüp gider” nihilizmini ancak somut politika önerilerini ortaya koyarak, seçim kazanarak ve bu politikaları uygulayarak aşabiliriz.
Bu nedenle toplumun bütün kesimlerine, öncelikle de yoksullaştırılan ve ayrımcılığa uğrayanlara hitap eden; ulaşım, su, ısınma gibi belediyeler tarafından sağlanan temel hizmetlere yönelen; hava kirliliği, sağlıklı çevre, sosyal politikalar gibi doğrudan müdahale edilebilecek meselelere odaklanan, velhasıl genel anlamda ekolojik bir bakışa sahip yerel yönetim politikalarına vurgu yaparak yola çıkmanın zamanıdır.
Yerel demokrasiye sahip çıkmadan, sistem partilerinin sahte demokrasi oyununu bozmak mümkün değil.
Yerel seçimler yaklaşırken, siyasi partilerin büyük kısmının ortak bir yaklaşıma sahip olduğu görülüyor. Bu da 29 Mart seçimlerini bir yerel yönetim seçimi olmaktan çıkarmak. İktidar partisi AKP, önümüzdeki seçimi iktidarını sağlamlaştırmak ve yaygınlaştırmak için kullanma derdinde. Bunun için de muhalif partilerin güçlü olduğu İzmir, Diyarbakır gibi belediyeleri ele geçirmeyi öncelikli hedefi olarak belirlemiş durumda. AKP’nin en önemli amacı da DTP’nin elindeki yerel yönetimleri alarak Kürt sorununa yönelik bir mesaj vermek. Yani Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde AKP’nin birinci parti olmasını sağlayarak buralarda hem “devlet” politikalarını yerelden müdahale ederek hayata geçirmek, hem de bu “devlet politikalarını” AKP’nin belirlemesini veya en azından aktif olarak etkilemesini sağlamak.
CHP ise lideri Deniz Baykal’ın ağzından bunun bir yerel seçim değil, genel seçim olduğunu açıkça ilan etti bile. Demek istedikleri açık: AKP yerel seçimlerde 22 Temmuz’daki oy seviyesini koruyamaz ve 1-2 puan bile olsa geriye düşerse, CHP bunu AKP’nin yenilgisi olarak ilan edecek. Hele bir de önemli bir-iki belediye AKP’den CHP’ye geçerse, seçim sonuçlarını CHP’nin zaferi olarak sunmayı hayal ediyor olabilirler. CHP gerçek anlamda “yönetme” perspektifiyle politika yapmadığı ve uzun yıllardır seçimleri ya rejim meselesine ya da güvenoyuna dönüştürmeyi benimsediği için bu strateji şaşırtıcı değil.
DTP ise yerel yönetim deneyimi olan partiler arasında yerel perspektife en fazla sahip olan parti olmakla birlikte, kendisine karşı açılan bu neredeyse “birleşik” kampanya nedeniyle savunmaya geçmiş ve bu seçimlerde alacağı oy ve belediye sayısıyla Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerdeki ağırlığının sürdüğünü kanıtlamaya kilitlenmiş durumda.
Geriye solun yerel seçimlere yönelik olarak çeşitli yerlerde oluşturduğu ortak platform girişimleri kalıyor. Bu girişimlerin ortaya çıkış biçimlerine ve bildirgelerin bazılarına bakıldığında, yerel yönetimlere ilişkin görüşlerin arka sıralara itildiği görülüyor. Ekonomik krizden kapitalizm eleştirisine, türlü çeşitli rejim tahlillerinden Filistin meselesine kadar “büyük politikaya” dair her konu ön sıralarda yer alırken, somut yerel yönetim politikaları, sırası geldiğinde ve oldukça “yukarıdan” bir dille sıralanıyor. Bu da solun yerelde ve genelde nasıl bir politika yapma tahayyülü olduğunun elle tutulur bir örneği.
Oysa önümüzde, yaşadığımız kentleri ve kasabaları tam dört yıl boyunca yönetecek olan yerel yönetimlerin belirleneceği “yerel seçimler” var! Önümüzdeki dört yıl boyunca olur olmaz imar planlarını onaylayacak, kentlerin ortasına köprülü kavşaklar yapacak, otomobil sektörünü güçlendirmeyi amaçlayan yeni yollar inşa edecek, gerekli gereksiz kaldırımları yenileyecek, yaşadıkları mahalleleri yoksulların başlarına yıkacak, millete zorla sevimsiz toplu konutlar dayatacak, suyu, gazı ve fırsatını bulursa havayı satacak, İller Bankası’ndan gelen kaynakları, topladıkları emlak vergilerini ve kamu hizmeti olmaktan çıkarıp ticarileştirdikleri belediye hizmetlerinden kazandıkları paraları yandaş ve akrabalarına akıtacak olan yerel yönetimler önümüzdeki 29 Mart’ta seçilecek.
Aslında yerel seçimlere bakışınızı demokrasiye olan bakışınız belirliyor. Solun ortak ve doğru tutumu, yerel yönetimlerde halkın katılımını sağlayacak halk meclislerine ve benzeri yapılara yapılan vurgu. Bu anlamda yerelde halkın karar süreçlerine dahil edilmesini ve yerel yönetim kadrolarının belediyeleri küresel ve ulusal sermayeye hizmet etmek üzere değil, halkın basit ve haklı taleplerine yönelik olarak yönetmesini istemek son derece önemli. Ama yerel seçimlerin aynı zamanda nasıl bir yerel demokrasi istediğimizin ve hangi somut politikaların hayata geçirilmesini talep ettiğimizin öncelikli ve detaylı bir şekilde vurgulandığı bir zemin olması gerektiğini unutmamak gerek.
Gerçek demokrasi yerelden başlar. Mümkün olan en küçük yerleşim yerinde, yöneten-yönetilen ayrımının olmadığı doğrudan demokrasi zemininde yükselen, daha büyük ölçekte de halkın özgür seçimlerle seçtiği temsilcilerin bu zeminle sürekli ve dolaysız bir ilişki içinde olduğu bir yerel demokrasiyi hedeflemek zorundayız. Ancak bu düzeyde bir yerel demokrasi, farklı yaşam biçimlerini, farklı inanç, dil ve kültürleri, farklı ihtiyaç ve öncelikleri bir arada barındırabilecek bir çeşitliliği korumayı ve yerel politikaları bu çeşitliliğe dayandırmayı başarabilir. Bu düzeyde bir yerel demokrasi, yerleşim hakkına, yolları kullanım özgürlüğüne ve temel ihtiyaçlara yönelik hizmetlerde otomotiv ve inşaat sanayinin, maden ve su şirketlerinin ya da belli bir partinin yandaşlarının çıkarlarının kollanmasını imkansız kılar.
Ama böyle bir yerel demokrasiyi isterken, aynı zamanda temel belediye hizmetlerinin ötesinde, halkın yerel yönetimlere nasıl katılacağının ve hayatının nasıl değişeceğinin de tartışılması, dahası hayal edilmesi gerekiyor. Bisiklet yollarından, yaya bölgelerinden, musluktan akan suyu içebilmekten, engellilere istihdam sağlamaktan, yollara rampalar koymaktan, organik tarımdan ve semt pazarlarından bahsetmek önemsiz politik detaylarla uğraşmak değildir. Tam tersine gerçek demokrasi, bu son derece radikal yerel politika değişikliklerinin talep edilebilmesinde yatıyor.
Yerel yönetim politikalarını tartışırken, önceliği klişelerle örülmüş sistem eleştirilerinden, mahalle düzeyinde, hayatın içinden ve somut yerel politika önerilerine doğru kaydırmak ve artık bunları küçümsemeyi bırakmak zorundayız. Seçimlerin ve demokrasinin bir işe yaramadığı konusunda gelişen haklı kuşkuları ve “bu düzen böyle sürüp gider” nihilizmini ancak somut politika önerilerini ortaya koyarak, seçim kazanarak ve bu politikaları uygulayarak aşabiliriz.
Bu nedenle toplumun bütün kesimlerine, öncelikle de yoksullaştırılan ve ayrımcılığa uğrayanlara hitap eden; ulaşım, su, ısınma gibi belediyeler tarafından sağlanan temel hizmetlere yönelen; hava kirliliği, sağlıklı çevre, sosyal politikalar gibi doğrudan müdahale edilebilecek meselelere odaklanan, velhasıl genel anlamda ekolojik bir bakışa sahip yerel yönetim politikalarına vurgu yaparak yola çıkmanın zamanıdır.
Yerel demokrasiye sahip çıkmadan, sistem partilerinin sahte demokrasi oyununu bozmak mümkün değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder