Bu yazı, Açık Radyo Kitaplığı'ndan Ocak 2009'da yayımlanan Mark Lynas'ın "Karbon Ayak İziniz" adlı kitaba Önsöz olarak yazılmıştır.
Küresel ısınmanın nedenleriyle, çözümünün önündeki engeller aynıdır: Fosil yakıt bağımlılığı, tüketim kültürü, endüstriyalizm, büyük şirketler, enerji tüketiminin ve kaynak kullanımının sürekli artması, hız, doğanın insan tarafından giderek daha fazla sömürülmesi, bir bütün olarak kapitalist ekonomi ve bunların giderek daha büyük ölçüde küreselleşmesi. Kısacası küresel ısınma bir sistem sorunu olarak tanımlanabilir. Bu sistem içinde yer alan her bireyin yaşam biçimini ve tüketim alışkanlıklarını da sürekli olarak yeniden üretir ve bundan beslenir.
İçinden çıkılması imkansız gibi görünen bir kısır döngü....
Döngünün bir tarafında bir kişinin karşı çıkarak, mücadele ederek ve tercihlerini değiştirerek sarsamayacağını hissettiği bir uygarlık anlayışı, diğer tarafında ise sadece bireysel seçime bağlıymış gibi görünen ve değiştirilmesi için yapılması gereken şeyler ulaşılmak istenen sonuca etki edemeyecek kadar küçük ve yararsız bulunan yaşam biçimi tercihleri vardır.
Küresel ısınmanın sürmesini ve giderek ağırlaşmasını sağlayan sistem, işte bu kısır döngünün yarattığı çıkmazdan beslenir.
Yıllardır iklim değişikliğine karşı atılacak en önemli bireysel adımın, sokağa çıkarak atılan, yürüyüşlerde, eylemlerde, toplumsal muhalefet içinde büyütülen adımlar olduğunu tekrarlayıp duruyoruz. Politik bir mücadele ile tamamlanmadığı sürece, bir ampulü değiştirmek gibi bireysel önlemlerin küresel ısınma gibi insanlığın ve gezegenin ortak geleceğini yok oluşa sürükleyecek büyüklükteki bir felaketi önlemekte yetersiz kalacağını savunuyoruz. Gerçekten de hükümetleri, yerel, ulusal ve küresel iktidar odaklarını politik bir dönüşüme zorlamadıkça; dev petrol, kömür ve otomotiv şirketlerine ve sermayenin sadece daha fazla kâr için dönen çarklarına karşı halkın mücadelesini yükseltmedikçe, uçuruma doğru bu hızlı gidişi durdurmak mümkün görünmüyor.
Öte yandan, acaba yaşam biçimi değişiklikleri olarak biraz da küçümsediğimiz bütün bu “tercihlerin” bir başka yanını gözden kaçırıyor olabilir miyiz? Yani dünyayı değiştirdiğimizde, tam da aynı birbirini besleyen döngü nedeniyle yaşam biçimimizin de kaçınılmaz bir şekilde değişeceğini göremiyor olabilir miyiz?
İnsanlık, “daha iyi yaşamaktan”, daha fazla konfor, daha çok seyahat ve daha yüksek hızdan vazgeçmedikçe, yani bir bütün olarak doğayla ve dünyayla olan ilişkisini değiştirmedikçe, küresel ısınmayı durdurmak için gereken politika değişikliklerinin hayata geçmesi mümkün olmayacaktır. Yaygın olarak kabul gören hedeflere, yani karbondioksit salım düzeylerini radikal bir biçimde düşürme hedefine, mevcut enerji, ulaşım ve sanayi altyapısını bütünüyle dönüştürmedikçe ulaşmak mümkün değildir. Önümüzdeki 30-40 yıl içinde bugünkünden en az %80-90 daha az sera gazı üreten bir küresel sistem yaratmak demek, en somut örnekleriyle uçakla yapılan seyahatlerin, otomobil kullanımının, yapılaşmanın, büyük hayvancılık ve tarım sistemleri dahil her türlü endüstriyel üretimin ve bütün bunları mümkün kılan fosil yakıtlara dayalı enerji üretiminin bir bu kadar küçültülmesi anlamına geliyor. Daha verimli enerji kullanımı ve fosil yakıtların yerine yenilenebilir kaynakların geçirilmesi ise bu kadar kısa bir süre içinde ancak endüstriyel sistemin iyice küçülmesini, hatta bütünüyle durmasını önlemeye yarayacaktır. Yani dünyayı değiştirmek aynı zamanda her birimizin kişisel dünyasını da değiştirecektir.
Uzak yerlerde yaptığımız tatillerden ve katıldığımız bilimsel-politik toplantılardan, uzak ülkelerden ve başka kıtalardan gelen yiyeceklerle beslenmekten, kapımızın önüne park ettiğimiz otomobillerden, ışıl ışıl caddeler ve dev alışveriş merkezlerinden, ete dayalı beslenme biçiminden, çıkan yeni modellerle sürekli yenilediğimiz gösterişli elektronik aletlerden, daha fazla atık üretmekten, kısacası daha fazla tüketmenin daha fazla mutluluk getirdiğinin kabul edildiği bir yaşam biçiminden vazgeçmediysek, zaten sera gazı indirim hedeflerine de ulaşamamışız demektir. Yaşam biçiminizi değiştirmeniz, daha az fosil yakıtın ve daha az değerli madenin yeraltından çıkartılması, insanlığın en önemli besin kaynaklarının hayvan yemi olarak kullanılmaması, ormanların ve doğal yaşam alanlarının yok edilmemesi, kısaca insanlığın sade, iddiasız ve az tüketen bir yaşama doğru gerçek bir evrim geçirmesi anlamına gelecektir.
Bizi rahatlatan düşünce biçimleri aslında pek de geçerli değildir. İnanmak istediğimizin aksine biz binmezsek uçaklar kalkmaz, biz satın almazsak yeni modeller üretilemez, biz tüketmezsek market raflarını dolduran ışıltılı mal çeşitliliği ortadan kalkar. Ama tıpkı Marx’ın “bir toplumda egemen olan fikirler egemen sınıfın fikirleridir” dediği gibi, egemen olan (ya da istenen, özlenen, peşinde koşulan) yaşam biçimi de egemen sınıfın yaşam biçimidir. Öyleyse sokaklara çıkarak, yürüyerek, toplumsal mücadeleyi yükselterek zorladığımız politika değişiklikleri, bu egemen fikirlerin ve egemen yaşam biçiminin de yıkılmasını gerektirecektir.
Hem küresel ısınmayı durudurarak geleceğimizi kurtarmak, yani dünyayı değiştirmek, hem de her şeyin böylece sürüp gitmesini beklemek çocukça bir hayalden başka bir şey değildir.
***
Bu kitabın gösterdiği en önemli şeyin, küresel ısınmaya karşı mücadelenin bu ikili niteliği olduğunu düşünüyorum. Hangisinin önce geleceğinin artık bir önemi olmayabilir. Çünkü sadece bir kuşak içinde gerçekleştirmek zorunda olduğumuz son derece hızlı bir dönüşümden bahsediyoruz. Bu dönüşüm artık bir tercih meselesi olmaktan çıkmış, bir zorunluluk haline gelmiştir. Ama elbette önce bu dönüşümün mümkün olduğunu görmemiz ve sistemin her yolu kullanarak bizi inandırmak istediği “böyle gelmiş böyle gider” fikrinden ve teslimiyetle nihilizm arasında gidip gelen ruh halinden kurtulmamız gerekiyor. Bu kitabın kanıtladığı şey işte budur: Dönüşümü elle tutulur hale getirmek ve her bireyin başka bir yaşamı hayal etmesinin toplamının başka bir dünya anlamına geldiğini göstermek.
Küresel ısınmanın başlıca sorumlusu olan küresel endüstriyalist sistem, yakın zamana kadar iklim değişikliğini inkâr ederken mızrak çuvala sığmamaya başlayınca yeni bir strateji geliştirdi. Bu yeni yönelim, küresel ısınmanın ve ekolojik krizin, mevcut yaşam biçimi yeni ve daha etkin teknolojilerle sürdürülürken de önlenebileceği fikrini esas alıyor. Bu fikir doğru değil. Ama bu fikri esas alan pakette bir yandan “temiz kömür” ve biyoyakıtlar gibi açıkça aldatmaca olan söylemler, bir yandan da kısa vadede sera gazı salımlarını düşürebilecek gelişmeler yer alıyor.
Bunlar genellikle asıl amacı enerji, otomotiv ve tüketim maddeleri sektörünü canlandırmak olan verimlilik projeleri. Bu yönüyle küresel ısınmayı durdurmak bir yana, uzun vadede tüketimi canlandırarak işleri çığrından çıkarma riskini taşıyorlar. Ama yine de enerji ve üretim altyapısının değiştirilmesini sağlayacak geçiş önlemlerini tamamen sektörü kurtarmaya ve kârlılığı arttırmaya yönelik stratejilerden, ya da işin bu yanından biraz olsun ayırmak gerekiyor. Çünkü yenilenebilir enerji, toplu ulaşım, mimari ve ısı yalıtımıyla ilgili projelerle, elektrik dağıtım hatlarında, endüstriyel üretimde ve elektrikli ev eşyalarında verimliliği arttırmayı sağlayacak gelişmeler çözümün bir parçasıdır.
Bir yandan endüstriyel tüketim toplumuna karşı bütünlüklü bir mücadele verirken, bir yandan da fosil yakıt bağımlılığını ve yüksek enerji kullanımını azaltacak önlemleri desteklemek zorundayız. Çünkü bu dönüşüm, aynı zamanda karbonsuz bir topluma geçişi, olabilecek en “acısız” biçimde başarmamızı sağlayabilir. Bu dünyada sadece “tüketme şansına” sahip bireyler değil, 2 milyarı aşkın da “tüketmeden” yaşamaya çalışan, yarı aç, sağlıksız ve gelecek güvencesinden yoksun insan bulunuyor. Sayıları giderek artan ve böyle giderse 2050’ye kadar dünyada çoğunluğu oluşturacak olan bu insanların da insanca yaşayabileceği bir dünyayı hayal etmek zorundayız. Bu da ancak küresel düzeyde doğayla uyumu, barışı ve adaleti esas alan bir sistem ve yaşam biçimi değişikliği ile mümkün olabilir.
Eğer bu da değilse, uğrunda mücadele etmeye değecek bir ideal başka ne olabilir?
***
Bu kitabın ikinci en önemli başarısı iklim değişikliği ile ilgili olarak Türkiye hakkında verdiği inanılmaz düzeyde ayrıntılı bilgiler. Türkiye’nin mevcut enerji, üretim ve tüketim altyapısıyla ilgili bu bilgiler, ilk kez bu kitapta derli toplu bir şekilde bir araya getirilmiş durumda. Bu da bu kitabı bir çeviriden çok bir uyarlama haline getiriyor. Böylece sadece kendi yaşam biçimimizi değiştirmek için almamız gereken bireysel önlemleri fark etmekle kalmıyoruz, küresel ısınmaya karşı mücadele ederken elimizin altında bulunduracağımız önemli bir referansa da sahip oluyoruz.
Küresel ısınmadaki payı giderek artan, ama yıllardır kaçak oynamaktan vazgeçmeyen Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde elini taşın altına koyarken aslında hangi politika ve altyapı değişikliklerini yapması gerekeceğinin ipuçlarını bu derlemede bulabilecek olmamız önemli bir aşama.
***
Kurulduğu günden bu yana sadece verdiği haberler ve yaptığı bilgilendirme çalışmalarıyla değil, sivil toplumu harekete geçiren bir eylem alanı olarak da iklim değişikliğine karşı mücadelede öncü bir mecra olan Açık Radyo, bu kitabı yayımlayarak iklim değişikliğine karşı hayata, sokağa ve politikaya yeni bir katkı yapıyor. Bu nedenle bu kitabın çevirilmesine, Türkiye ile ilgili ayrıntılı eklemelerin yapılmasına ve yayınlanmasına emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek azdır.
Ne de olsa, “Söz Uçar!”...
Ümit Şahin
3 Aralık 2008
Küresel ısınmanın nedenleriyle, çözümünün önündeki engeller aynıdır: Fosil yakıt bağımlılığı, tüketim kültürü, endüstriyalizm, büyük şirketler, enerji tüketiminin ve kaynak kullanımının sürekli artması, hız, doğanın insan tarafından giderek daha fazla sömürülmesi, bir bütün olarak kapitalist ekonomi ve bunların giderek daha büyük ölçüde küreselleşmesi. Kısacası küresel ısınma bir sistem sorunu olarak tanımlanabilir. Bu sistem içinde yer alan her bireyin yaşam biçimini ve tüketim alışkanlıklarını da sürekli olarak yeniden üretir ve bundan beslenir.
İçinden çıkılması imkansız gibi görünen bir kısır döngü....
Döngünün bir tarafında bir kişinin karşı çıkarak, mücadele ederek ve tercihlerini değiştirerek sarsamayacağını hissettiği bir uygarlık anlayışı, diğer tarafında ise sadece bireysel seçime bağlıymış gibi görünen ve değiştirilmesi için yapılması gereken şeyler ulaşılmak istenen sonuca etki edemeyecek kadar küçük ve yararsız bulunan yaşam biçimi tercihleri vardır.
Küresel ısınmanın sürmesini ve giderek ağırlaşmasını sağlayan sistem, işte bu kısır döngünün yarattığı çıkmazdan beslenir.
Yıllardır iklim değişikliğine karşı atılacak en önemli bireysel adımın, sokağa çıkarak atılan, yürüyüşlerde, eylemlerde, toplumsal muhalefet içinde büyütülen adımlar olduğunu tekrarlayıp duruyoruz. Politik bir mücadele ile tamamlanmadığı sürece, bir ampulü değiştirmek gibi bireysel önlemlerin küresel ısınma gibi insanlığın ve gezegenin ortak geleceğini yok oluşa sürükleyecek büyüklükteki bir felaketi önlemekte yetersiz kalacağını savunuyoruz. Gerçekten de hükümetleri, yerel, ulusal ve küresel iktidar odaklarını politik bir dönüşüme zorlamadıkça; dev petrol, kömür ve otomotiv şirketlerine ve sermayenin sadece daha fazla kâr için dönen çarklarına karşı halkın mücadelesini yükseltmedikçe, uçuruma doğru bu hızlı gidişi durdurmak mümkün görünmüyor.
Öte yandan, acaba yaşam biçimi değişiklikleri olarak biraz da küçümsediğimiz bütün bu “tercihlerin” bir başka yanını gözden kaçırıyor olabilir miyiz? Yani dünyayı değiştirdiğimizde, tam da aynı birbirini besleyen döngü nedeniyle yaşam biçimimizin de kaçınılmaz bir şekilde değişeceğini göremiyor olabilir miyiz?
İnsanlık, “daha iyi yaşamaktan”, daha fazla konfor, daha çok seyahat ve daha yüksek hızdan vazgeçmedikçe, yani bir bütün olarak doğayla ve dünyayla olan ilişkisini değiştirmedikçe, küresel ısınmayı durdurmak için gereken politika değişikliklerinin hayata geçmesi mümkün olmayacaktır. Yaygın olarak kabul gören hedeflere, yani karbondioksit salım düzeylerini radikal bir biçimde düşürme hedefine, mevcut enerji, ulaşım ve sanayi altyapısını bütünüyle dönüştürmedikçe ulaşmak mümkün değildir. Önümüzdeki 30-40 yıl içinde bugünkünden en az %80-90 daha az sera gazı üreten bir küresel sistem yaratmak demek, en somut örnekleriyle uçakla yapılan seyahatlerin, otomobil kullanımının, yapılaşmanın, büyük hayvancılık ve tarım sistemleri dahil her türlü endüstriyel üretimin ve bütün bunları mümkün kılan fosil yakıtlara dayalı enerji üretiminin bir bu kadar küçültülmesi anlamına geliyor. Daha verimli enerji kullanımı ve fosil yakıtların yerine yenilenebilir kaynakların geçirilmesi ise bu kadar kısa bir süre içinde ancak endüstriyel sistemin iyice küçülmesini, hatta bütünüyle durmasını önlemeye yarayacaktır. Yani dünyayı değiştirmek aynı zamanda her birimizin kişisel dünyasını da değiştirecektir.
Uzak yerlerde yaptığımız tatillerden ve katıldığımız bilimsel-politik toplantılardan, uzak ülkelerden ve başka kıtalardan gelen yiyeceklerle beslenmekten, kapımızın önüne park ettiğimiz otomobillerden, ışıl ışıl caddeler ve dev alışveriş merkezlerinden, ete dayalı beslenme biçiminden, çıkan yeni modellerle sürekli yenilediğimiz gösterişli elektronik aletlerden, daha fazla atık üretmekten, kısacası daha fazla tüketmenin daha fazla mutluluk getirdiğinin kabul edildiği bir yaşam biçiminden vazgeçmediysek, zaten sera gazı indirim hedeflerine de ulaşamamışız demektir. Yaşam biçiminizi değiştirmeniz, daha az fosil yakıtın ve daha az değerli madenin yeraltından çıkartılması, insanlığın en önemli besin kaynaklarının hayvan yemi olarak kullanılmaması, ormanların ve doğal yaşam alanlarının yok edilmemesi, kısaca insanlığın sade, iddiasız ve az tüketen bir yaşama doğru gerçek bir evrim geçirmesi anlamına gelecektir.
Bizi rahatlatan düşünce biçimleri aslında pek de geçerli değildir. İnanmak istediğimizin aksine biz binmezsek uçaklar kalkmaz, biz satın almazsak yeni modeller üretilemez, biz tüketmezsek market raflarını dolduran ışıltılı mal çeşitliliği ortadan kalkar. Ama tıpkı Marx’ın “bir toplumda egemen olan fikirler egemen sınıfın fikirleridir” dediği gibi, egemen olan (ya da istenen, özlenen, peşinde koşulan) yaşam biçimi de egemen sınıfın yaşam biçimidir. Öyleyse sokaklara çıkarak, yürüyerek, toplumsal mücadeleyi yükselterek zorladığımız politika değişiklikleri, bu egemen fikirlerin ve egemen yaşam biçiminin de yıkılmasını gerektirecektir.
Hem küresel ısınmayı durudurarak geleceğimizi kurtarmak, yani dünyayı değiştirmek, hem de her şeyin böylece sürüp gitmesini beklemek çocukça bir hayalden başka bir şey değildir.
***
Bu kitabın gösterdiği en önemli şeyin, küresel ısınmaya karşı mücadelenin bu ikili niteliği olduğunu düşünüyorum. Hangisinin önce geleceğinin artık bir önemi olmayabilir. Çünkü sadece bir kuşak içinde gerçekleştirmek zorunda olduğumuz son derece hızlı bir dönüşümden bahsediyoruz. Bu dönüşüm artık bir tercih meselesi olmaktan çıkmış, bir zorunluluk haline gelmiştir. Ama elbette önce bu dönüşümün mümkün olduğunu görmemiz ve sistemin her yolu kullanarak bizi inandırmak istediği “böyle gelmiş böyle gider” fikrinden ve teslimiyetle nihilizm arasında gidip gelen ruh halinden kurtulmamız gerekiyor. Bu kitabın kanıtladığı şey işte budur: Dönüşümü elle tutulur hale getirmek ve her bireyin başka bir yaşamı hayal etmesinin toplamının başka bir dünya anlamına geldiğini göstermek.
Küresel ısınmanın başlıca sorumlusu olan küresel endüstriyalist sistem, yakın zamana kadar iklim değişikliğini inkâr ederken mızrak çuvala sığmamaya başlayınca yeni bir strateji geliştirdi. Bu yeni yönelim, küresel ısınmanın ve ekolojik krizin, mevcut yaşam biçimi yeni ve daha etkin teknolojilerle sürdürülürken de önlenebileceği fikrini esas alıyor. Bu fikir doğru değil. Ama bu fikri esas alan pakette bir yandan “temiz kömür” ve biyoyakıtlar gibi açıkça aldatmaca olan söylemler, bir yandan da kısa vadede sera gazı salımlarını düşürebilecek gelişmeler yer alıyor.
Bunlar genellikle asıl amacı enerji, otomotiv ve tüketim maddeleri sektörünü canlandırmak olan verimlilik projeleri. Bu yönüyle küresel ısınmayı durdurmak bir yana, uzun vadede tüketimi canlandırarak işleri çığrından çıkarma riskini taşıyorlar. Ama yine de enerji ve üretim altyapısının değiştirilmesini sağlayacak geçiş önlemlerini tamamen sektörü kurtarmaya ve kârlılığı arttırmaya yönelik stratejilerden, ya da işin bu yanından biraz olsun ayırmak gerekiyor. Çünkü yenilenebilir enerji, toplu ulaşım, mimari ve ısı yalıtımıyla ilgili projelerle, elektrik dağıtım hatlarında, endüstriyel üretimde ve elektrikli ev eşyalarında verimliliği arttırmayı sağlayacak gelişmeler çözümün bir parçasıdır.
Bir yandan endüstriyel tüketim toplumuna karşı bütünlüklü bir mücadele verirken, bir yandan da fosil yakıt bağımlılığını ve yüksek enerji kullanımını azaltacak önlemleri desteklemek zorundayız. Çünkü bu dönüşüm, aynı zamanda karbonsuz bir topluma geçişi, olabilecek en “acısız” biçimde başarmamızı sağlayabilir. Bu dünyada sadece “tüketme şansına” sahip bireyler değil, 2 milyarı aşkın da “tüketmeden” yaşamaya çalışan, yarı aç, sağlıksız ve gelecek güvencesinden yoksun insan bulunuyor. Sayıları giderek artan ve böyle giderse 2050’ye kadar dünyada çoğunluğu oluşturacak olan bu insanların da insanca yaşayabileceği bir dünyayı hayal etmek zorundayız. Bu da ancak küresel düzeyde doğayla uyumu, barışı ve adaleti esas alan bir sistem ve yaşam biçimi değişikliği ile mümkün olabilir.
Eğer bu da değilse, uğrunda mücadele etmeye değecek bir ideal başka ne olabilir?
***
Bu kitabın ikinci en önemli başarısı iklim değişikliği ile ilgili olarak Türkiye hakkında verdiği inanılmaz düzeyde ayrıntılı bilgiler. Türkiye’nin mevcut enerji, üretim ve tüketim altyapısıyla ilgili bu bilgiler, ilk kez bu kitapta derli toplu bir şekilde bir araya getirilmiş durumda. Bu da bu kitabı bir çeviriden çok bir uyarlama haline getiriyor. Böylece sadece kendi yaşam biçimimizi değiştirmek için almamız gereken bireysel önlemleri fark etmekle kalmıyoruz, küresel ısınmaya karşı mücadele ederken elimizin altında bulunduracağımız önemli bir referansa da sahip oluyoruz.
Küresel ısınmadaki payı giderek artan, ama yıllardır kaçak oynamaktan vazgeçmeyen Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde elini taşın altına koyarken aslında hangi politika ve altyapı değişikliklerini yapması gerekeceğinin ipuçlarını bu derlemede bulabilecek olmamız önemli bir aşama.
***
Kurulduğu günden bu yana sadece verdiği haberler ve yaptığı bilgilendirme çalışmalarıyla değil, sivil toplumu harekete geçiren bir eylem alanı olarak da iklim değişikliğine karşı mücadelede öncü bir mecra olan Açık Radyo, bu kitabı yayımlayarak iklim değişikliğine karşı hayata, sokağa ve politikaya yeni bir katkı yapıyor. Bu nedenle bu kitabın çevirilmesine, Türkiye ile ilgili ayrıntılı eklemelerin yapılmasına ve yayınlanmasına emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek azdır.
Ne de olsa, “Söz Uçar!”...
Ümit Şahin
3 Aralık 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder