Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

05 Şubat 2012

Buzul çağı yalanları

Bu yazı 5 Şubat 2012'de Radikal İki'de yayımlanmıştır.

Hürriyet 31 Ocak’ta “Mini buzul çağı geliyor” manşetiyle çıktı. Haberin spotunda “İngiltere’de yapılan iklim araştırmasından şok sonuçlar çıktı: Dünyada 1997’den beri hava sıcaklıkları yükselmiyor. Küresel ısınma devri bitti, mini buzul çağı başlıyor” deniyordu. İklim değişikliği konusunda az çok bilgi sahibi olan herkes bu tür haberlerin yıllardır süren bir kampanyanın parçası olduğunu, havalar soğuk gittiğinde, iklim zirveleri yaklaştığında ve benzeri vesilelerle küresel ısınmanın varlığını reddeden haberlerin belli kaynaklar yoluyla piyasaya sürüldüğünü bilir. Yani küresel ısınmanın bittiği falan yok. Küresel sıcaklıklar atmosferdeki karbondioksit seviyesinin yükselmesine bağlı olarak son yüzyılda ortalama 1 derece arttı, buzullar eriyor, kuraklık, seller, orman yangınları, kasırgalar gibi iklim felaketleri yayılıyor, iklim göçleri mülteci krizini derinleştiriyor. Üstelik böyle giderse 2 derece sınırı beklediğimizden çok daha çabuk aşılacak.

Yalan haberlerin nedeni
O halde sormamız gereken soru şu: Nasıl oluyor da bu tür yalan haberler medyada kendine kolaylıkla yer bulabiliyor? Çünkü Hürriyet’in bu manipülatif haberinin benzer başlıklarla hemen diğer bazı gazetelere, televizyonlara ve haber sitelerine de yayıldığını, çoğunun küresel ısınmanın bittiğine ve mini buzul çağının yaklaştığına kolayca ikna olduklarını biliyoruz.

Önce haberin arka planına bakalım. Küresel ısınma bir tahmin değil, yaşanan bir gerçek. Üstelik kesin bilimsel kanıtlarla ortaya konalı, 30 yıla yaklaşıyor. Konunun bilim çevrelerini aşıp kamuoyunun ve politikacıların gündemine gelişi ise iklimbilimci James Hansen’in 23 Haziran 1988’de Amerikan Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmadan sonra hızlandı. Bu tarihten hemen sonra BM bünyesinde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kuruldu ve dokuz yıl içinde Kyoto Protokolü imzalandı.

İklim değişikliği diye bir şey olmadığı, iklim değişiyorsa bile bunun ısınma değil soğuma (buzul çağı!) yönünde seyrettiği ya da küresel ısınma olsa bile bunun aslında doğal bir süreç sayılması gerektiğine dair gerçek dışı iddialardan oluşan inkar kampanyası da aynı yıllarda başladı. Kampanyanın öncülerinden Fred Singer’ın kömür ve petrol şirketlerinin derneklerini bir araya getirerek kurduğu Global Climate Coalition 1989’da, daha sert bir karşı kampanya yürütecek olan Information Council of the Environment (ICE) ise 1991’de kuruldu. Fred Singer’ın bundan önceki “işleri” arasında, CFC ile ozon tabakasının incelmesi ve pasif sigara içiciliği ile akciğer kanseri arasında hiçbir ilişki “olmadığını” kanıtlamaya çalışmak vardı. ICE’nin kurucuları arasında ise bazı elektrik şirketleri ve Amerikan Ulusal Kömür Birliği (National Coal Association) bulunuyordu.

Küresel ısınmanın varlığını inkar eden diğer kampanyacıların çoğu şirketlerin çıkarlarını savunmak üzere uzmanlaşmış profesyonel lobicilerdi. Örneğin karbondioksitin küresel ısınmayla ilişkisi olmayan çok faydalı bir gaz olduğunu anlatmak için televizyon reklamları hazırlayan Competitive Enterprise Institute’un önde gelen kampanyacılarından Philip Cooney, o sırada American Petroleum Institute’ün 15 yıllık deneyimli lobicisiydi.

İnkar kampının iddiaları
İnkar kampının en büyük kampanyaları, uluslararası bağlayıcılığı olan iklim anlaşmalarının çıkmasını engellemeye yönelik oldu. Güçlerini sınadıkları ilk yer 1992 Rio zirvesiydi. Buradan bir sözleşme çıkmasını engelleyemediler, ama rövanşlarını beş yıl sonra Kyoto’da aldılar. Yaptıkları karşı kampanya o kadar etkili oldu ki, sadece ABD’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasını engellemekle kalmadılar, Kyoto’dan anlamlı yaptırımlar içeren bir protokol çıkmasını da önlediler. Bu yıl olduğu gibi her soğuk dalgasında bir yolunu bulup kısa süren, ama akılda kalıcı bir atak yaparak artık ısınmanın bittiğini ve buzul çağının yaklaştığını iddia etmeleri de bilinen bir taktikleri.

Oysa bu iddiaların hiçbir temeli yok. Son olayda Hürriyet’in kullandığı haber İngiliz bulvar gazetesi Daily Mail’e aitti. Haberi yapan David Rose, İngiltere’nin resmi meteoroloji kuruluşu Met Office’ten aldığı bilgileri tahrif edip 1998’den bu yana ısınma eğiliminin durduğunu ve güneş ışınlarında yaşanacak nispi sönükleşmenin etkisiyle mini buzul çağına girileceğini, hatta Thames nehrinin buz tutacağını iddia ediyordu. Met Office haberi hemen yalanladı ve gazetenin, sözcülerinin dediklerini çarpıttığını açıkladı. Met Office aynı gün web sitesinde Rose’a gönderdikleri yanıtların tamamını yayımladı. Böylece yanıtlarda yer alan şu bilgilerin gazete tarafından görmezden gelindiği ortaya çıktı: “2000-2009 onyılında ısınma trendinin devam ettiği açıktır ve bu dönem araçsal ölçümlerin yapıldığı 1850’den bu yana en sıcak onyıldır. 2010 tüm zamanların en sıcak yılıdır.”
Şirketlerin ve lobicilerin yapmaya çalıştığı şey belli: Karbon emisyonlarının düşürülmesini sağlayacak politikalar yüzünden kârlarının azalmasını ve karbon vergileri konmasını engellemeye çalışıyorlar. Bunun dünyanın geleceğini yok edecek olması ise umurlarında değil.

Medyanın iyimserliği mi?
Peki medyamız bu tezgaha neden geliyor? Birkaç nedeni olabileceğini düşünüyorum:

1- İklim değişikliği konusu gazeteciler, köşe yazarları ve yayın yönetmenleri arasında hâlâ belli bir kesimin ilgi alanına giren bir tür “uzmanlık dalı” olarak görülüyor. İklim değişikliğinin varlığını ve nedenlerini fizikçilerin veya meteoroloji mühendilerinin, bir de belki kafayı buna takmış çevrecilerin bilmesinin yeterli olduğunu, kendilerinin bu konudaki bilgisizliklerinin mazur görülmesi gerektiğini düşünüyorlar. Meselenin küresel politikalarla, ekonomiyle, yaşanan politik krizlerle ve savaşlarla yakın bağlantısını görmüyorlar.

2- Küresel ısınma gibi haberlerini tür felaket tellalığı olarak görüyorlar. Üstelik çözüm için yapılan öneriler onlara hiç gerçekçi gelmiyor. Bu önerileri modern yaşam biçimine yönelik bir tehdit olarak algılıyorlar. Dolayısıyla bu “kötü tahminlerin” tersini söyleyen bir şey duyarlarsa hiç araştırıp soruşturmadan ikna oluyor ve bu “iyimserliklerini” okurlarıyla/izleyicileriyle paylaşmak istiyorlar.

3- Gazeteler ve televizyonlar fosil yakıtları daha fazla kullanmaya eğilimli sektörlerle kopmaz bir reklam ilişkisi içindeler. Otomotiv şirketlerinin, inşaat piyasasının, enerji sektörünün ve elbette iklim değişikliği konusunda bir şey yapmak istemeyen hükümetin duymak istediği türden haberleri tercih ediyorlar.

Peki ya gerçekler? Medyamızın, iklim değişikliğinin sorumlu gazetecilik gerektiren ciddi bir konu olduğunu anlaması için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Hiç yorum yok: