Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

01 Ocak 2012

Sözde Van depremi!

Bu yazı 1 Ocak 2012'de Radikal İki'de yayımlanmıştır.

Baskın Oran Radikal İki’de geçen hafta (25 Aralık) yayımlanan yazısında “Ermeni ve Kürt işlerini (matematik terimiyle) ‘sözde parantezi’ne alsak, epey kağıt ve mürekkepten tasarruf ederiz” diyerek Başbakan Erdoğan’ın Kürt açılımı sonrası başlayıp biten barış sürecine bile “sözde” sıfatını yapıştırmasını eleştiriyordu.

Özellikle TRT haberlerinden ezbere bildiğimiz bir sıfat olan “sözde”, “başkaları söylediği için dile getirmek zorunda kaldığımız bu durum, aslında yoktur, ya da doğru değildir” anlamına geliyor. Türkiye’de devletin gerçeklikle ilişkisinin bu tek kelimede gizli olduğu söylenebilir. Gerçekler işinize gelmediği zaman (yani çoğu zaman) inkâr etmenin harika bir yoludur. Söz konusu mesele aslında yoktur. Dolayısıyla dert etmeye ya da bir şeyler yapmaya gerek olmadığı gibi, hâlâ o meseleden söz edenler de, en hafif deyimiyle, muteber vatandaşlar değildir.

Devletin gerçeklikle ilişkisinin iyice koptuğunu gösteren yerlerden biri de, bir ay içinde üst üste üç deprem yaşamış, tamamına yakını hasar görmüş Van ilimiz. Devlet yetkilileri, Van depremini de neredeyse “sözde parantezine” almak üzere.

Van Afet ve Acil İşler Müdürü imzasıyla 22 Aralık 2011 tarihinde, yani 23 Ekim tarihli ilk depremden iki ay sonra yazılan bir yazı, devletin Van depremi sonrası duruma bakışını özetliyor. Yazıda sosyal güvencesi olmayan depremzedelere bedava ilaç verilmesi uygulamasının kaldırıldığı belirtilirken, bunun gerekçesinin “hayatın normale dönmesi ve acil durumun ortadan kalkması” olduğu söyleniyor. Van’da devlet yetkilileri hayatı resmi yazıyla “normale döndürürken”, hükümet yanlısı gazeteler “Van’da hayat normale döndü” diye manşetler atarken (bakınız 22 Aralık tarihli Zaman gazetesi), Van sokaklarında neler yaşanıyor peki?

Binlerce çadır
Türk Tabipleri Birliği (TTB) bölgedeki koşulları, sağlık hizmetlerini ve sağlık çalışanlarının neler yaşadığını gözlemlemek ve değerlendirmek üzere depremden bu yana bölgede. 9 Kasım’da yaşanan ve kent merkezine ilkinden de büyük zarar veren ikinci depremin ardından Van Depremi Koordinasyonu adıyla sürekli hale gelen ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ile işbirliği içinde muayene ve tedavi hizmetlerine de destek olan TTB’nin haftalık dönüşümle bölgeye giden koordinasyon ekiplerinde geçen hafta ben de vardım. Dr. Cüneyt Özboyacı ile birlikte 19-26 Aralık tarihleri arasında Van’da kalarak durumu gözlemleme ve raporlama şansımız oldu. Kentin tamamını ve merkeze bağlı köylerin önemli bir bölümünü dolaştık. Özellikle sağlık kuruluşlarını ziyaret ettik, sağlık çalışanlarıyla ve devlet yetkilileriyle konuştuk. Van depremi sonrası durumun iç açıcı olmadığını söylemeye bile gerek yok. Ama devletin bölgeye bakışındaki bu gerçekdışılık meseleyi iyice çözümsüz hale getiriyor.

Şu anda Van sokaklarında dolaşırken gördüğünüz iki şey var. Birincisi ağır hasarlı olduğu dışarıdan baktığınızda bile belli olan, değil içine girmeye, yanına yaklaşmaya korktuğunuz binalar (ki Van’da insanlar bu nedenle kaldırımdan, binaların yakınından değil, mümkünse caddenin ortasından yürümek gibi bir refleks geliştirmiş); ikincisi evlerin bahçelerinde, boş arsalarda, parklarda, yani bulunan her boş alanda göze çarpan binlerce çadır. Geçen hafta yapılan resmi açıklamaya göre Van’da hasarlı bina sayısı 72 bin 242. Zaten kent merkezinde deprem öncesi nüfusun 400 bine yakın olduğu, deprem sonrası yaşanan göçlerle merkezde şu anda 100 binden biraz fazla insanın kalmış olduğu tahmin ediliyor.

Van’da insanların artık ya evi yok, ya da evlerine giremiyorlar. 10 binden fazla insan çadırkentlerde yaşıyor ve aşevlerinden karnını doyurmaya çalışıyor. Yıkım ekipleri ağır hasarlı binaları yıkmaya devam ediyor. Okullar hala kapalı, zaten çoğu hasarlı. İş merkezleri hasarlı olduğu için sadece az katlı veya sağlam olduğu düşünülen binalardaki işyerleri açık. Banka şubelerinin önünde mobil araçlar var.

Bahçede hizmet
Sağlık hizmetleri de olağanüstü şartlarda devam ediyor. Kentteki bütün hastaneler, yeni yapılan Bölge Araştırma Hastanesi hariç, ya kapalı, ya da bahçede hizmet veriyor. Tıp Fakültesi Hastanesi ağır hasarlı, taşınmayı bekliyor. Öğrencilerin çoğunluğu başka fakültelere gönderilmiş. Kadın Hastalıkları ve Çocuk Hastaneleri yıkılmış. Yüksek İhtisas Hastanesi ve İpekyolu Devlet Hastanesi hasarlı olduğu için durum belirsiz. Kentte hâlâ çoğu başka illerden gelen yüzün üzerinde ambulans var. Aile Sağlığı Merkezleri’nin (ASM) çoğu (yani eski sağlık ocakları) hasarsız olduklarına dair yazılı bir rapor olmasa da hizmet vermeye devam ediyor. (Sağlık Müdürü bütün ASM binalarının hasarsız olduğuna dair yazılı rapor olduğunu söylüyor, ama hekimlerin bundan haberi yok, raporları gören de yok.) ASM’lerden çadır bulabilenler bahçede hizmet veriyor. Üstelik hava giderek soğuyor, özellikle güneş battıktan sonra dondurucu bir soğuk var.

Devlet ise bütün bu olumsuzlukları “psikolojik” olarak görme eğiliminde. Devlet yetkililerine göre şartlar zor, ama o kadar da anormal değil! Eğer insanlar deprem korkusunu üzerlerinden atabilirlerse ve biraz daha fedakarlık yaparlarsa, her şeyin çözüleceğine (gerçekten) inanıyorlar. Örneğin Sağlık Müdürlüğü’ne işe gelirken kravat takarak personeline her şeyin normale döndüğü mesajını vermeye çalışan bir kişi vekalet ediyor. Ona göre asıl sorun psikolojik. Zaten il dışından gelenler devletin çıkardığı yemekleri yemeyip harcırahlarını lokantalarda yemek yiyerek ve kentteki dükkanlardan alışveriş yaparak harcasalar, ekonomi de düzelecek.

Başınızın çaresine bakın!
Van Valiliği ve Sağlık Müdürlüğü yetkilileri hayatın normale döndüğünü kanıtlamak için son olarak sağlık hizmetlerindeki rotasyon uygulamasını da kaldırıp bütün sağlık personelini Van’a çağırdılar. Bu insanlara iki aydır kalacak yer bile gösteremeyen, yaşadıkları ve çalıştıkları yerin hasar tespitini bile yapamayan devlet yetkilileri “Herkes görevinin başına, çünkü hayat normale döndü” diyor. Gelin ve başınızın çaresine bakın!

Türkiye’de devletin depremle ilgili “entegre stratejisi” bu işte. Devlet yetkilileri olarak karşı karşıya kaldığınız sorun üstesinden gelemeyeceğiniz kadar büyükse, kendinizi (ve tabii herkesi) o sorunu çoktan çözdüğünüze, ya da sorunun zaten iddia edildiği kadar büyük olmadığına inandırmanız gerekiyor. Böylece sorun ağırlaştığı için şikayet etmeye başlayan insanları da “suçlu” hale getirebiliyorsunuz. Nüfusunun büyük çoğunluğu göç etmiş, artık evleri olmayan insanlarla dolu Van’da, bir resmi yazıyla hayat normale dönmüş durumda.

Gözlerinize mi inanacaksınız, devlete mi?

Hiç yorum yok: