Bu blogda, gazete ve dergi yazılarım yer almaktadır. Akademik yayınlar ve makaleler - Yeşil Gazete yazıları

01 Ekim 2007

Yoksulluk Söylemini Yıkmak



Bu yazı Üç Ekoloji'nin 2007'de çıkan 6. sayısında "Yoksullukla Mücadele mi, Zenginlikle Mücadele mi?" başlıklı dosya kapsamında yayınlanmıştır.


Ümit Şahin

Yoksulluğun asıl nedeninin zenginlik olduğunu söylemek hala popüler bir görüş sayılmaz. Zenginlik, ulaşılmak istenen bir ideal, yoksulluk, bütün kötülüklerin anası gibi görülürken, kolay da değil bu. Oysa yoksul oldukları için hayatları acı ve yoksunluk içinde geçen büyük insan topluluklarının bu durumdan kurtulmaları için belki de önce oluşturulmuş bulunan ve inatla sürdürülen yoksulluk söyleminin yıkılması, önce zenginlik ve refah kavramlarının kazandığı olumlu tınının yeryüzünden silinmesi gerekiyor.
Yoksulluğu temsil eden fotoğraflar, yoksulluğu tanımlarken kullanılan dil, yoksullukla mücadele reçetelerinin ortak yanları nasıl bir yoksulluk imgesine sahip olduğumuzu gösteriyor.
Yoksullukla mücadeleyi amaçlayan bir kitabın kapağında yer alan fotoğrafa baktığım zaman üç tanımlayıcı özellik çekiyor dikkatimi. Bu fotoğrafta yoksulları temsil eden görüntü, “Batılı olmayan”, “erkek olmayan” ve “geçimini topraktan elde eden” bir kişiye ait.
Yoksul olmanın kötü yanları sağlıksız olmak, az yaşamak, kişisel doyumu sağlayacak imkanlardan ve gelecek güvencesinden (kişinin kendisi ve çocukları için) yoksun olmaktır. Gerçekten de az ve sağlıksız yaşamanın, fiziksel ve ruhsal doyum sağlayamamanın, yarın ne durumda olacağını bilmemenin hoşa gider bir yanı yok.
Temsil edici fotoğrafın üç temel özelliği de kişinin yaşamıyla ilgili diğer şartların bilinmediği durumlarda bu kişinin sağlıksız olduğunu, birkaç yıl içinde öleceğini ve hayatı boyunca karalar bağladığını anlamamızı sağlamıyor. Doğrusu benim için (ve herhalde dünyada yaşayan insanların çoğunluğu için de) Batılı olmayan ve kentte yaşamayan bir kadın gayet iyi bir şeyi temsil ediyor.
Oysa yoksulluğun temsili adına kullanılan imajlar arasında bundan daha uygun bir görüntü, bu olumsuz üçlemeden daha uygun bir bileşim zor bulunur.
Bu fotoğrafın yansıtamadığı başka yoksulluk imgeleri de var.
Zayıf biri.
Açık havada çalışıp güneşten yandığı için buruşmuş bir cilde sahip olan, bu yüzden de olduğundan yaşlı görünen, bir sürü dişi eksik bir adam.
Fotoğrafın çekildiği yerde asfalt değil toprak bir yolun, beton değil toprak sıvalı evlerin görünmesi.
Eski model araç, gereç ve eşyalar (örneğin boyası dökük ve tozlu bir otobüs, tercihen Batı malı, ama modeli geçeli en az yirmi yıl olmuş elektrikli ev aletleri, yırtık ya da rengi solmuş giysiler).
Başkaca belirgin bir özelliğe sahip olmasa da, en azından Batılı ve kentli olmadığı belli olan çocuklar.
Başkaca belirgin bir özelliğe sahip olmasa da, en azından Batılı ve kentli olmadığı belli olan yaşlılar.
***
Yoksulluk söylemi, olan bir durumu yansıtmaz. Yoksulluk söylemi, sahip olunmayan niteliklerin üzerinden kurulur.
Herkesin uzun yaşamak istediğine, hasta olmak ve ağrı sızı çekmek istemediğine, kendisini tatmin eden şeylerin sınırsız olmasını arzu ettiğine, sevgiye, bakıma, güleryüz ve anlayışa, yakınlık ve dostluğa ihtiyaç duyduğuna, yalnızlığın ancak kişinin kendi tercihi olduğu sürece doyum sağlayabileceğine, köklerinden kopmamanın, geçmişi, gelenekleri ve inancıyla bağlarını sürdürmenin önemli olduğuna kuşkum yok. Ama bunların sınırsız ve tükenmez bir durum olarak bir arada varolabileceğine, bunun da mutluluk diye adlandırıldığına inanmak; bu tanımlanmış mutluluk durumunun da zenginlikle olan kopmaz bağını kabul etmek tarihsel insanlık durumu içinde tartışılmaz bir sapkınlık olarak görünüyor bana.
Uzun insanlık tarihi içinde fiziksel çalışmanın bu derece aşağılandığı, toprakla ya da insansız doğayla olan bağın bu derece koptuğu, aile, cemaat ve benzeri topluluk ilişkilerinin bu derece bürokratikleştiği bir başka dönem olmamıştı. Geleneğin yoksullukla olan bağı dolayımında aşağılandığı, geleneğe sahip çıkabilme gücünün ancak zenginliğe ulaşmakla elde edilebildiği, algıların iyice çarpıtıldığı bir dönem bu. Yoksulluğun imgesinden, geçmiş çağlarda cüzzamdan kaçar gibi kaçmanın arka planını nasıl bir yaşam anlayışı oluşturmuş olabilir? Hayattaki varlık nedenini gerçekleştirmiş olmanın, sadece banka hesabını büyütmekle değil, köklerindeki yoksulluk imgesinden mümkün olduğu kadar uzaklaşmak yoluyla da elde edildiğini fark etmeyenimiz var mı?
Bir zenginin cennete gitmesinin iğne deliğinden geçmekten daha zor olduğu günler geride kaldı. Artık cennet bu dünyada.
Eskiden de sömürü vardı. Ama zenginlik eskiden yoksulların üzerine basarak, başkalarının fiziksel emeği ve yaşam enerjisini emerek elde edilen bir ayrıcalıktı. Kuşkusuz sömürü yine yok edilmesi gereken bir şeydi, ama en azından kime karşı, neye karşı mücadele edeceğiniz –herhalde– gözle görünür bir durumdu. Çünkü tarihte başkalarının emeğini sömürmenin, başkalarının yaşamını çalmanın bu kadar demokratikleştiği bir dönem olmamıştı. Ulaştıkça uzaklaşan çağdaş yaşam standartlarını kaybetmemenin yolu bu düzene dahil olmaktan geçiyor. Yoksullaşarak dışlanmak istemiyorsanız, zenginleşerek yarışa katılmak zorundasınız. Ya biri, ya öbürü. Yoksullaştırdığınız büyük kitleler, acıma duygularınızı sayenizde harekete geçiriyor. Mücadele ediyorsanız eğer, karşısında mücadele ettiğiniz kapitalist sistem, siz yoksulları görüş çizginizden uzak tuttuğunuz için varlığını sürdürebiliyor.
Artık surların içi çok büyüdü. Ama eskiden de olduğu gibi surların dışında çoğunluk yaşıyor. Eskiden olduğu gibi geceleri kapattığınız kent kapıları toprağı işleyeni, ya da işleyecek toprağı olmayanı dışarıda bırakıyor. Eskiden olduğu gibi yoksulluğun, surların dışında, bazen de içinde gördüğümüz temsilcileri daha çok meczuplar, ya da sur içine girmeye çalışanlar.
Artık surların içi çok büyüdü. Ama hiçbir zaman herkes sur içine alınamaz. Dışarıdakilere surların içine siz de girebilirsiniz dediğiniz sürece, surun içi kalabalıklaşır belki, ama dışarısı daha da kalabalıklaşır. Yoksulluğun imgesini surların dışında tutmak için zenginliğinizi korumak, ya da daha yeni kurtulduğunuz, ya da kurtulmak üzere olduğunuz yoksuluk durumundan ölesiye nefret etmek zorundasınız.
Surlar yıkılırsa, duvarların altında içeridekiler mi kalır, dışarıdakiler mi?
Surlar yıkılırsa içerisi mi dışarıya taşar, dışarısı mı içeriye sızar?
***
Yoksulluk söylemi, ötekinden nefreti en güzel taşıyandır. Ötekinin temsil ettiği her şey yoksulun imgesine karışır, yoksullukla mücadele söylemi ötekini bizleştirme söylemine benzer. Ötekini bu tarafa çağırdığınızda, cilt rengini, burun yapısını, şivesini, ya da cinsel organlarını değiştiremeyeceğini bilirsiniz. Ötekine olan ihtiyacınızın hiçbir zaman azalmayacağını da bilirsiniz. Yoksulu bu tarafa çağırdığınızda, onun buraya gelmek için sizin durduğunuz yeri daha fazla sağlamlaştıracağını, yoksulluktan kurtulmak için satın alması gereken hayalleri üreten fabrikanın elde ettiği kârların zenginin kasasını dolduracağını da bilirsiniz.
Oysa dünya ötekilerle doludur. Oysa tarihsel insanlık durumu ‘refah’ değildir.
Sömürüyü, haksızlığı, adaletsizliği, baskıyı, tahakkümü, ayrımcılığı ortadan kaldırmak için, çeşitliliği korumak, insan haklarını yaşama geçirmek, eşitlik, dayanışma ve özgürlük için ulaşılması gereken ideal durum zenginlik değildir. Tiranı yok etmek için işe onun sahip olduklarına siz de sahip olarak başlayamazsınız. Tiranı yok etmek için onun suretine bürünemezsiniz. Tiranı yok etmek için, tiranı yok etmek gerekir.
Yeryüzü var olmaya devam edecekse, biz var olmaya devam edeceksek, isyan ettiğimiz bu haksız düzeni değiştirme gücünü elde etmek istiyorsak üstelik, önce insan olma durumunu geri kazanmamız gerekir.
Zenginliğin tınısını yeryüzünden silmeden, insanlık geri gelmeyecek.

Hiç yorum yok: